Ahmet Kaya, Mehmed Uzun veya çocuk olmak!

1992 yılının sonbaharında Mehmed Uzun, 15 yıl süren sürgünlükten memleketine döndüğünde Ahmet Kaya 12 albüm çıkarmış, adını dağa taşa yazdırmış, sesini börtü böceğe ulaştırmış, konserleri kapı kıran, sokaklarda dolaşmasını hayli zor, her kula nasip olmaz bir şöhretin zirvesine çıkmış bir adamdı. Dostlukları nereye dayanıyor bilmiyorum. Ama ilk karşılaşmada, birbirini yıllardır görmeyen iki dost gibiydiler. Mehmed Uzun sürgünden döndüğünde Ahmet Kaya'nın 7 yıl sonra onun on beş yılını geçirdiği kıtaya, sürgüne gideceğini nereden bilsindi ki Bildiğim kadarıyla da daha önce Ahmet Kaya hiç sürgün yaşamamıştı. Ama sürgünlüğü biliyordu. Şarkılarına bir biçimde sızmıştı sürgünlük. Sürgün şairlerin şiirlerini bestelemişti. Sürgüne, sürgünde kalmış en kıdemli sürgün kadar aşina olduğu muhakkaktı Mehmed Uzun memlekete geldiğinde, ilk karşılaşmada Ahmet Kaya'nın bir gece onu İstanbul'da gezdirmesini anlatır onun sürgünde ölümünden hemen sonra yazdığı bir yazıda. Çok uzun yıllar memleket hasreti çekmiş, hep memlekete dair rüyalar görmüş, günün birinde dönme umudunu hep muhafaza etmiş, günün birinde gerçekten de dönmüş yazar dostunu Ahmet Kaya, şehir ışıklarının göz kamaştırdığı, pırıl pırıl, şerbet gibi bir Eylül gecesi Taksim'de bir yerden alır. Mehmed Uzun buraları bilmiyor, gittiğinde tıfıl bir delikanlıydı, şimdi her şeyiyle değişmiş yeni bir şehre gelmişti, şaşkındı, gördüğü her değişiklik onu hayretten hayrete sürüklüyordu. Ahmet Kaya ise şehrin girdisini çıktısını bilen, girmediği bar, uğramadığı lokanta, selam vermediği mekan bırakmayan, attığı her adımda hayranları tarafından durdurulan, herkesle selamlaşan, mutlu, başarmış bir insanın özgüveniyle buraların sahibi gibi gururla dolaşan biridir. İstanbul Ahmet Kaya'nın evi; sürgünden dönmüş bir arkadaşına evini gösterecekti. Onca yıl hasret ve yokluk çekmiş Mehmed Uzun'u bu gece yaşatacak, onu Beyoğlu aleminde çok uzun bir yolculuğa çıkaracaktı Dalıyorlar İstiklal Caddesine, henüz karmakarışık sokaklara girmeden Ahmet Kaya, koluna girdiği, sürgünlük üzerine onca deneme, roman yazmış, hep sürgün yazarların yazdıklarıyla, çektikleriyle, yaşadıklarıyla hemhal olmuş yazara, hayatı boyunca unutamadığı bir şey söylemiş, demiş ki: "Mehmed, insan hayatında üç kez çocuk olur. İlki çocukluğu, ikincisi sürgüne giderken, üçüncüsü de sürgünden dönerken. Şimdi sürgünden geliyorsun sen, seni gezdireceğim, döndüğün memleketi tanıtacağım sana bu gece" Mehmed bu lafı duyunca allak bullak olmuş. O zamana kadar; kitaplarını yanından hiç eksiltmediği, hep yanında gezdirdiği, sürgünde büyük acılar çekmiş, sürgünlük üzerine ciltler dolusu kelam etmiş ne Broch ne Heinrich Mann ne Brecht ne Thomas Mann ne Musil ne Werfel ne Zewing, ne Julio Costazar ne Ovidius ne de Nazım Hikmet'ten bir sürgünün ruh halini bu kadar şiirsel anlatan bir cümle okumamıştı. O gece nerelere gittiler, hangi mekana girip çıktılar, ne yiyip ne içtiler Mehmed Uzun anlatmaz, zaten onun bu yazıyı yazmadaki amacı da Ahmet Kaya'nın o gece ona yaşattıklarını anlatmak değil; o gece Ahmet Kaya'dan duyduğu bu müthiş sözün bir süre sonra onun kaderi haline gelmesinin garip tezahürünü bize göstermekti. Ahmet Kaya'nın Mehmed Uzun'la birlikte "aktıkları alemin" üzerinden bir kış geçti, ertesi yaz, 1993 yazında da Mehmed Uzun karısı ve küçük kızıyla Bodrum'a tatile geldi. İsveç'te yaşayan bir şair arkadaşı boş evine göndermişti onları, İstanbul'da "bana sen de gel" dedi, o yaz benim için de feci bir yazdı, işsizdim, umutsuzdum, canım yanıyordu, bindim bir otobüse Uzun'ların yanına gittim ben de. Her şey Turgut Uyar'ın şiiri kadar güzeldi. Kavun, karpuz, beyaz peynir, fırında yeni çıkmış sıcak ekmek, ızgara balık, uzak yakın anılar, şiir, roman, kitaplarını tercümeye kalkışma, tercümenin ilk sayfaları, yeni bir hayat tahayyülü... ve uzak semtlerde oturan Cahit Tanyol, Vedat Türkali ziyaretleri Bir gün Mehmed, "Ahmet Kaya'yı arayalım, geldiyse yazlığa ona gidelim," dedi. Telefon etti, ertesi akşam bizi bekliyordu. Evde eşiyle karşıladı bizi. Küçük bir köpeği vardı, adı Pako'ydu. Pako o gece Mehmed'in yeni yeni konuşmaya başlamış olan kızı Zerya'nın parmağını ısırdı, Zerya durup durup parmağını uzatıyor, ağlamaklı bir suratla "Pako!" diyor; biz gülüyoruz, neşeli kahkahalar ışıklara, denizin mavisine, yakamozlara, muhteşem Bodrum gecesine karışıyordu. Ahmet Kaya birden "Hadi sizi Bodrum'a gezmeye götüreyim" dedi. Bodrum geceleri Beyoğlu gecelerine benzemiyor demek ki. Bindirdi benle Mehmed'i arabasına, o direksiyona geçti, Mehmed yanına oturdu, ben de arka koltuğa. Tanınmasın diye kafasına bir de kep geçirdi. Bomba icat edildiği günden beri bu memlekette bombalar patlıyor. O günlerde yine peş peşe bombalar patlıyordu. Birkaç gün önce biri de Bodrum'da bir diskotekte patlamıştı. Ortalık yay gibiydi, her yerde polis kontrolü vardı. Bodrum'a girişte bir noktada polis bizi durdurdu. Sürücüyle ilgilenmediler önce, Mehmed Uzun'un kimliğinde doğum yeri "Siverek" yazıyor. Polis kimliğe bakar bakmaz, "Sen in" dedi, bu arada başka birisi de benim kimliğime bakıyordu, benimkinde de "Hakkari" yazıyor, "Sen de in"