Ağaç!

Kuşlar, genellikle bol yeşil yapraklı ağaçlara konmayı sever. Kurumuş, yaprakları dökülmüş, ölmüş bir ağaçta tek tük kuş bulabilirsiniz ama gümrah, yaprakları gürül gürül bir ağaç görkemini nasıl yemyeşil yapraklarından alıyorsa, dilini de kuşlardan alır. Çünkü her ağaç, tıpkı şairler gibi kuş diliyle konuşur. Kulağıma çalındığı günden beri, duyup da not defterime kaydettiğim günden bugüne hep söyleyen Çinliyi şiddetle kıskandığım bir söz vardır, der ki, "Kalbinizde yeşil bir ağaç bulundurun. Belki şarkı söyleyen bir kuş gelip konar." İçinizde bir gülücük mü belirdi Belki bir kuş kaçmıştır içinize Sadece; "Dünyanın en uzun hüznü yağıyoryorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne" dizesini yazsaydı, başka da şiir yazmasaydı, önünde saygıyla eğilip "şükran, ya şair" demek için koşa koşa yanına varacağım Erdem Bayazıt da bir şiirinin bir yerinde sözü ağaca getirir; "İçimde yalnız ve yapraksız Bir kavak ağacı büyüyor -çıplak ve göğe doğru- Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun Bir ağlama duvarı bu" Çocuklar zalimdir. Çocukken serçe avlamamış az köylü çocuğu vardır. Ben de avladım. Serçeler neden o kadar çok sever de dadanır kavak ağacına bilmiyorum ama kavak ağacı deyince aklıma önce "Sivas yangınına atılan" Metin Altıok'un; "Bedenim üşür, yüreğim sızlar. Ah kavaklar, kavaklar... Beni hoyrat bir makasla Eski bir fotoğraftan oydular. Orda kaldı yanağımın yarısı, Kendini boşlukla tamamlar. Omzumda bir kesik el, Ki durmadan kanar. Ah kavaklar, kavaklar... Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar," diyen "Kavaklar" şiiri, sonra da Van'daki İskele Caddesi gelir. Kimin aklına geldiyse büyük adammış! Şehir merkezinden göldeki feribot iskelesine kadar yedi kilometrelik düz, emperyalistlerin çizdiği herhangi bir Ortadoğu ülkesinin sınır çizgisi kadar düz caddenin sağına soluna çok eskiden kavak dikmişler. Sağlı sollu, belli bir nizam içinde Ama caddenin günün birinde ihtiyaca cevap veremez hale geleceği, o yüzden birazcık geniş tutalım fikri gelmemiş olmalı dikenlerin aklına; her şeyimizde olduğu gibi o anı kurtarsın veya güzelleştirsin diye iki arabanın gelip geçeceği kadar daracık tutmuşlar caddeyi Kavaklar zamanla büyümüş. Düşünsenize yedi kilometrelik bir yolda aynı boyda, aynı rüzgarda aynı nazlı edayla sallanan binlerce kavak ağacını Bizim oralara gelen bir lise edebiyat öğretmeni o nazlı hallerini görünce; "İskele Caddesi'nde yol boyu kavaklar Kavaklar maviliklerde tam özgür Yemyeşil sevdası ayrılıkların" diye başlayıp uzayan bir şiiri yazıp ezberletmişti talebelerine. Ama şehir köylülerin istilasına uğrayıp nüfusu kalabalıklaşınca, arabalar insandan daha kıymetli hale gelince, dolayısıyla araba konforu kavak ağaçlarının güzelliğine baskın gelince, caddeyi genişletmek için o kavak ağaçlarının tümünü kestiler. Ne yaptılar, nereye götürdüler bilmiyorum ama kesilen her ağaç bir insanın yedi ceddine yetecek kadar nefesi alıp beraberinde ya bir yangının külüne götürür ya da Halil Cibran'ın demesiyle, "Ağaçlar, toprağın göğe yazdığı şiirlerdir. Bizse onları kesiyor, hiçliğimizi ve ahmaklığımızı kaydetmek için kâğıt" yapmaya götürüyoruz; fakat Van'daki kavakları kağıt yaptıklarını sanmıyorum, en çok toprak damlı evlere dam direği yapmışlardır o kadar. Ağaçların kesilmesi, hele şehirlerde çok azı kalmış ağaçların kesilmesi o ağaçların kıymetini bilen birçok kişiyi ağlatır. Ama bu durum bazılarında hiçbir tesir bırakmaz çünkü onlar için ağaç yolu tıkayan bir engelden, inşaat sahasını işgal eden gereksiz bir şeyden başka bir şey değildir. Sen neysen, dünyaya, koca kainata nasıl bakıyorsan onu görürsün zaten! Beşik ağaçtan yapılır, tabut da Bir beşikte sallana sallana öğreniriz hayatı; bir tabutta çalkalana çalkalana gideriz hayatın olmadığı yere. "Tanrı, bu ağaçlarla ilgilendi, kuraklık, hastalık, binlerce fırtına ve sellerden korudu. Ama aptallardan koruyamadı..." diyen, "milli parkların babası" doğa bilimci John Muir şunları söyler: "Halinden memnun olmayan bir ağaç görmedim hiç. Hoşlanırmış gibi kavrarlar toprağı ve sağlam kök salmış olsalar da ona, bizim kadar yolculuk ederler uzaklara. Her rüzgarda dört bir yana uzanırlar, bizim gibi gidip gelirler, her gün bizimle birlikte güneşin etrafında iki milyon mil yol alır, uzayda kim bilir kaç mil hızla ve nerelere giderler!" Her iklimin ağacı farklıdır, benzemez birbirine. Her mevsimde ayrı görünür ağaç. Kışın yaprak döker, soyunur, çırılçıplak kalır. Baharda su yürür dallarına, tomurcuk açar, canlanır. Bu yüzden hepimize ölümden sonraki hayatı hatırlatır; o canlanıyorsa, bizim günahımız ne Bildiğimizin dışında bir ruh geziniyor içinde sanmışız, bu yüzden sınırsız bir kutsiyet atfetmişiz ona, bu hemen hemen her dinde, her inanışta böyle... Çok eskiden beri ağacın her bahar yeniden dirilmesi, içinde ilahların ruhu dolaşıyor fikrine götürmüş biz insanları. Hâlâ Avusturalya'da, ormanların derinliklerinde yaşayan bazı kabilelerde ağaçların içinde dolaşan bu mukaddes gücün varlığına inananlar varmış. Antik dönem Yunanında da "ağaç perilerine" inanırlardı. Onlara göre bu periler ağaçlarla birlikte doğar, onunla birlikte ölürdü. Eski Mısır'da da Firavun incirinin yaprakları arasında tanrıların barındığı kanaati yaygındı. Antik dönemde her ağacın kutsiyeti farklıdır. Zeus için meşe kutsalken, Athena için zeytin, Apollon için defne, Dionyos için çınar, Afrodit için mür ağacı mukaddestir. Meşe Jupiter'in ağacıdır. Öteden beri ahali de zeytini Minerva'nın evi, Buddha ise incir ağacının altından Nirvana'ya kavuştuğuna inanmıştır. İnsan bazı ağaçlara kutsiyet atfettikten sonra zamanla o ağaçlar özel niteliklere kavuştular. Misal selvi hayat ağacını, nar da ebediyeti ve cenneti temsil etmeye başladı. Çam, kutsal gece Noel ağacı oldu. Bazı zamanlarda da ağaç değil de dalı sembol kabul edildi. Kadim Roma'da defne dalı zaferin, zeytin dalı barışın, meşe yaprakları gücün timsaliydi. (Gılgamış Destanı'ndan, üç büyük dinin kutsal kitaplarına kadar birçok kaynakta yeri vardır. Bilinen en eski hikayede geçiyor, Büyük Tufan'da... Derler ki Hazreti Nuh, tufanın şiddeti az biraz azalınca, hayatın başlayıp başlamadığını öğrenmek için beyaz bir güvercin salar dünyaya. Konmak için bir ağaç dalı veya toprak parçası bulamayan güvercin bir süre sonra gemiye geri döner. Nuh bir müddet sonra güvercini tekrar salar. Güvercin bu kez ağzında taze koparılmış bir zeytin dalı ile geri döner. Evet, tufan bitmiş sular çekilmiştir! İşte bu yüzden ağzında zeytin dalı tutan beyaz güvercin, tarih boyunca barışın ve yeniden doğuşun sembolü olmuştur.) Kutsal ağaçlara türlü türlü isimler vermiş insanlık. Semavî ağaç, insanlık ağacı, hayat ağacı, bilgi ağacı böyle uzayıp gider. Bazı Çin ve Hint kavimleri ise dünyanın eksenini ağaç olarak düşünmüşler; aynı inanış Kızılderililerde de var. Eski Hint inanışında evren devasa bir ağaç şeklindedir. Hintlilerin kutsal metinleri Upanişad'larda kâinat, kökleri semada, dalları yeryüzünde ters dönmüş bir ağaç olarak yer alır. Ters dönmüş semavî ağaç telakkisi Yahudilikte