Alan yerine, markaj siyaseti

SEÇİMİN ikinci turunun başlangıç vuruşu asıl bugün gerçekleşecek. İki lider de sahaya çıkacak. Her iki tarafla konuşmalarımdan ve demeçlerinden çıkardığım şu ki bugüne kadar alışık olmadığımız bir propaganda sürecine tanıklık edeceğiz. Klasik anlamda bildiğimiz mitingler, televizyon röportajları basın açıklamaları gibi alan siyaseti yerine, doğrudan bire bir seçmenle bağı güçlendiren, kanaat önderleri ve STK'ların yaratacağı yankıları arttıran bir siyasete tanıklık edeceğiz SİYASAL TÜKETİCİNİN DURUMU Aslında, seçimin ikinci turu gibi siyasette uygulanacak yeni bir alan. Birkaç kez bu sütunda dile getirdiğim gibi, bütün bunlara neden de partilerin sosyolojik tabanlarının dayanıksız ve o denli de hareketli olması Tüketici davranışında sergilediği gibi, satın aldığı politik üründen beklediği faydayı görmeyen seçmen, dijital parlamentoda başka yere transfer olabilme kolaylığına kavuştuğu için oy verme davranışını da anında değiştirebiliyor. Bundan dolayıdır ki her iki cephe de kalan kısa sürede seçmen motivasyonuna odaklı bir propaganda çabasında PROPAGANDA, "KALIRSA" VE "GELİRSE" ÜZERİNE KURULU Her ikisinin de mottosu benzer... Biri "kalırsa başına neler gelecek haberin var mı", diğeri de "gelirse neler olur düşünebiliyor musun" üzerine kurulu propaganda güdüyor. Her ikisi de seçimi adayların şahsında bir referanduma dönüştürme gayreti içine girmiş bulunuyor. Son iki gündür tüm söylem ve açıklamaların özü de bundan oluşuyor Böyle bir zeminde yapılan da başta da belirttiğim gibi alan yerine markaj siyasetine odaklı gitmek. Seçimden hemen önce kaleme aldığım yazıda da bu duruma dikkat çekmiş, yakın geçmişteki sandıkların aksine en politik mahallelerde dahi bayrak, flama, anons veya kahvelerde politik söylemin olmadığına vurgu yapmıştım. Evlerde ve belirli salonlarda siyaset daha etkin yapılabildiği için birinci turda da aslında AK Parti ve bileşenleri markaj siyaseti uyguladı. Bunu Ramazan ve Bayram döneminde dini STK'ları da etkin kullanarak çok daha yüksek oranlı gerçekleştirdi; bir de ekonomik desteklerini arttırdı. Burada da kalmadı, kendisinden kaçabilecek oylar için de MHP ve YRP ile barajlar oluşturdu. Buna ızgara siyaseti diyorum; büyük havuzun çalkalanması dolayısıyla dışarı kaçan sular ötekine gitmek yerine çevreleyen ızgaralar aracılığıyla kendinde kalıyor. AK Parti geçen seçim MHP ile gerçekleştirdiği bu siyasete, bir sıra da YRP ile ekleme yaptı; kaçan oyunu ötekine akıtmak yerine ittifakın içinde tuttu. Benzer tutumu ikinci turda da sergileyeceği açık. Ancak burada bir zorluğu var, o da milletvekili seçiminde bazı bölgelerde AK Parti ile MHP arasında yaşanan rekabet, bu turda sandığa gitme oranını etkileyebilir. Zaten bir süredir AK Parti de bu kesime odaklı siyaset uyguluyor; kendisi dışında yanında var olanı tekrar sandığa getirmek için yoğun efor sarf ediyor. BİRİNİ GETİRİRKEN, DİĞERİNİ KAÇIRMAK! Kılıçdaroğlu'nu destekleyen Millet İttifakı bileşenlerinin yoğunlaştığı alan da tam da burası AK Parti'nin çelik seçmeni yerine, kopmaya mutedil, sandığa gitmekte niyetsiz davranan, Erdoğan'a oy verme konusunda da isteksiz tutum alan kesim; özellikle de milliyetçilere yönelik bir politika oluşturuyor. Bunu yaparken, Yeşil Sol veya TİP'e oy vermiş, özellikle de Kürt seçmeni kendinden uzaklaştırmak istemiyor. Ondan dolayı milliyetçilik zeminini her iki tarafın da ortak paydası olan mülteci sorunu, devlet malına; beytü'l mala sahip çıkma, terörle mücadele ederken masumlarda mağduriyet