Tasavvufun Elzem Oluşu - 1

Bismillah vebillah ve ala milleti resulüllah Efendimiz (s.a.v.) 'Bu ümmetin başını ne doğrulttu ise sonunu da o doğrultacak" buyurmuştur. Bu hakikate binaen zihinlerin dağınık, ruhların yorgun, gönüllerin huzursuzluk girdabında ezildiği, Kur'an'la yoğrulmayan yüreklerin hayatta yönsüzlük rüzgarları ile savrulduğu, vahiy ile doğrulmayan bünyelerin belirsizlik, kararsızlık, tezelzül (sarsılma), tevesvüs (vesvese) girdabından korunamadığı, sekülermateryalist bakışın hayata hakim olduğu bir çağda nebevi nefha ile soluklanmak elbette ki kaçınılmaz tek çare olsa gerektir. Henüz hulefa-i raşidin efendilerimizin devrinde, İslam'ın güneşi Afrika'dan Anadolu'ya dört bir yana yayılmış, bu ilâyıkelimetullah için yapılan seferlerden elde edilen ganimetlerle İslam toplumunda ciddi manada zenginlikler ve bununla beraber dünyevileşme yayılmıştır. Bu noktada o günkü Müslümanların çocuklarında ciddi bir sekülerleşme eğilimi başlamış ve sefahat meclisleri oluşmuştu. Bu durumun Mekke ve Medine'de değilse de, civar beldelerde bile vuku bulduğunu İslam tarihçilerimiz kabul etmektedir. Bunun üzerine ümmetin o dönemdeki ulema ve zahitleri (ki bu zevat, Tasavvuf yolunun önderleridir) ortaya çıkan bu dünyevileşmenin sebepleri üzerinde ciddi kafa yormuşlardır. Bu bağlamda dünyevileşmenin temelde Allah tealadan uzaklaşma olduğunu tesbit etmişlerdir. Bu arızi durumdan kurtulabilmek için de, kişiye gerçek anlamda Allah (c.c.) bilinci, sevgisi ve ittikasını kazandıracak olan meseleleri gündeme getirmişlerdir. Bu minvalde, o güne dek İslam toplumunda revaçta olan Fıkıh ve İtikad konularına ilave olarak özellikle Tasavvuf yolunun mesailleri olan tevbe, huşu, haşyet, ihlas, murakabe vb. konuların pratiğe döküldüğü bir eğitim sisteminin zorunluluğunu ortaya koymuşlardır. Zira bu meseleler külli anlamda ne fıkıh ne de akaid alanının konuları arasındadır. Süreç içinde adına Tasavvuf yolu denilen ilim dalı ve seyr-u sülük denilen eğitimterbiye metodu ve bunların ana konuları bu vesile ile tebellür etmiştir. Diğer taraftan, yaşadığımız modern çağda tasavvuf kelimesinin insanların çoğunun zihninde birçok soru ve sorunları çağrıştırdığı da bir vakıa. Bu nedenle işin aslını ve mahiyeti ile nasıllığını kavrayabilmek için, öncelikle tasavvufun kaynaklarına ve tarihine bakmak gerekir. Tabiin'in büyüklerinden Hasan-ı Basri ve diğer birçok tasavvuf öncülerinin tarif ettiği şekliyle Tasavvuf: ehlinin Cibril hadisinde beyan edilen İslam'ın üçüncü rüknü olan ihsan'ı kazanmakla meşgul olmasıdır. Malum olduğu üzere Cibril hadisinde Cebrail (as), Efendimize (s.a.v.) 'İhsan nedir' diye sorduğunda, Efendimiz 'Senin Allah'ı görür gibi O'na ibadet etmendir. Zira sen O'nu görmesen de O seni görmektedir.' buyurmuştur. Burada ifade edilen hali yakalamaya sebep olan tevbe, huşu, haşyet, murakabe vb. haller tasavvuf ilminin konusudur. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, tasavvuf yolunun hudutlarını beyan sadedinde 'Muhakkak ki bu yolumuz Kitab (Kur'an) ve Sünnet'le kayıtlıdır!' ifadelerini kullanmıştır. Bununla da tasavvuf yolunun temel ilkelerinin Kur'an ve Sünnet ile kayıtlandığını yolun başında belirtmişlerdir. Şunu bilmek lazımdır ki kavramların içinin boşaltıldığı modern çağda, mahiyeti ıskalayıp formlara takılı kalanlar, hakikati ıskalayanlardır. Zira Tasavvuf, Kelam, Hadis, Mezheb ve benzeri ıstılahlar, asr-ı