İsrail'le normalleşme ve psikolojik savaş

İsrail'in 1948 öncesinde işgal, yağma ve terörle başlayan ilerlemesi 1948, 1956, 1967 ve 1973'te yapılan savaşlarla durdurulamamış, bilakis İsrail'in yayılmacılığı devam etmişti. Mısır 1978'de Camp David Anlaşması'nı imzalayarak İsrail'in varlığını kabul eden ilk Arap devleti olmuştu. Arkasından İsrail 1982 Eylül'ünde Lübnan'ı işgal ederek bir hafta içinde Beyrut'a girmişti. İsrail'in askeri üstünlüğü adeta bir efsaneye dönüşmüş, İsrail'in yenilemeyeceği düşüncesi zihinlerde yer etmeye başlamıştı. Tam da o günlerde, 1982'de, Lübnan'da Hizbullah kuruldu. Amacı İsrail'i Lübnan'dan çıkarmak ve bölgedeki İsrail tehdidine son vermekti. Bu amacın ilk merhalesi 2000 yılında gerçekleşti, İsrail Lübnan'dan çıkarıldı. Ardından 2006 yılında 33 gün savaşları başladı. Lübnan direnişi, İsrail'e karşı açık bir zafer daha kazandı. Kum saati tersine dönmüş, İsrail'in ömür yıldızı kararmaya başlamıştı. İsrail, tarihinde ilk defa yenildiğini kabul etmiş, hiçbir şart öne süremeden geri çekilmişti. İsrail'in 2008 ve 2014 yılında Gazze'ye gerçekleştirdiği saldırılar HAMAS'ın azmini ve gücünü kırmaya yetmedi. Geçtiğimiz Mayıs ayında Filistin direniş gruplarının topluca yürüttüğü Kudüs'ün Kılıcı Savaşı ise nihai zaferin bir müjdesi oldu. pushfn('ads'); Artık taş atan çocuklar büyümüş, Gazze'de füze üretmeye başlamıştı. Sadece Filistin'den değil, sadece Türkiye'den, Irak'tan, İran'dan, Yemen'den, Lübnan'dan değil, dünyanın her bir köşesinden "Kahrolsun İsrail" sloganları yükseldi. Kudüs ve Mescid-i Aksa, sadece Müslümanların değil, dünyanın bütün mazlum ve mustazaf insanlarının kalplerini birbirine yakınlaştırmıştı. Dünyada hiçbir mesele bu kadar farklı coğrafyadan; dinden, milletten, mezhepten insanı aynı slogan ve şiar altında buluşturamazdı. Bu, Kudüs'ün; Mescid-i Aksa'nın bereketiydi. Bu, Filistin davasının tertemiz bir dava olmasından dolayıydı. Mescid-i Aksa, Allah'ın yeryüzüne sarkıttığı bir ip gibiydi; mazlum ellerin buluşacağı, kalplerin ülfetle dolacağı; izzetin, şerefin, merhamet ve adaletin oradan başlayıp bütün bir yeryüzüne yayılacağı İlahi bir bereket kaynağı Ne var ki, tarihte hiçbir hikâye bu kadar düz bir şekilde akıp gitmiyor. Mekke'nin işkencesinden, açlığından, ablukasından kurtulup bir Medine bulduğunuzda orada bambaşka bir düşmanla karşılaşıyorsunuz. Sizinle aynı safta namaza duruyor, aynı kıbleye yöneliyor, aynı kitabı okuyor ama kalpleri düşmanın murad ettiği şey için çarpıyor. Artık sadece düşmanla Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te karşılaşmıyorsunuz; Kur'an'ın adına "İfk" dediği bambaşka bir savaşı da eşzamanlı yürütmek zorundasınız. Düşünün bir kez daha; hep birlikte bir kez daha düşünelim! Medine'nin en kirli adamı Abdullah b. Ubey bin Selûl, Medine'nin en temiz evine, ifk namlusunu doğrultup, zehirli sözlerini namluya sürüyor ve bu namlunun tetiğine bazı Müslümanlar basabiliyor pushfn('ads'); Bedir'den, Uhud ve Hendek'ten geçmiş İslam ümmetinin bir çift söz karşısında birlik ve bütünlüğü bozuluyor; kalpler şüpheyle atmaya, gözler "acaba"yla bakmaya başlıyor. Bir ateş çukurunun kenarındayken Allah'ın kalplerini birbirine yakınlaştırdığı Evs ve Hazreç kabileleri işi birbirlerine kılıç çekmeye kadar vardırıyor. Medine çalkalanıyor; evlerde, sokaklarda, boş boğaz ağızlarda İbn-i Selül'ün iftirası dolaşıyor. Düşman nerede Bu saldırı nereden organize ediliyor Kim, nerede duruyor Hiçbir şey net değil. Bedir'deki gibi, Uhud'daki, Hendek'teki gibi düşman gözle görülemiyor; artık gözle değil, kalple, basiretle, ferasetle, akılla görme zamanı Bir ayet de inmiyor ki, durum açıklığa kavuşsun. Vahiy meleği sessizliğini koruyor. Kuşkusuz her şey kayıt altında, her şey Kadir-i Zülcelal tarafından takip ediliyor. Allah, kimin bu ifk dalgasına kapılıp gittiğini gözetliyor. Vahyin sessiz kalışı, basiret ve feraset imtihanına dönüşüyor. Basireti olmayan bir samimiyetin ne denli yıkıcı olabileceğini Müslümanlar yaşayarak öğreniyor. Sıkıntı, bunalım, şayia ve şüpheyle geçen bir ayın sonunda Kur'an Müslümanlara şu tarihi uyarıyı yapıyor: "Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsn-ü zanda bulunup da: 'Bu, apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi" (Nur Sûresi: 12) Öyle ya Bir ayet mi inmesi gerekiyordu Sizin aklınız yok mu Sizin vicdanınız yok mu Siz nasıl olur da, hüsn-ü zan göstermeniz gereken bir yerde, su-i zanla hareket edersiniz! Bunun yıkıcı sonuçlarını nasıl olur da düşünemezsiniz Üstelik bu daha başlangıç, daha ne tür ifk'lerle, iftira ve yalanlarla karşılaşacaksınız. Hadi şimdi size gerçeği biz açıkladık. Ya sonra.. Allah Resulü aranızdan ayrılıp, ayetler kesildikten sonra ne yapacaksınız İfk ve iftira sahipleri bu işte daha da uzmanlaştığı; gözetleme tekniklerinin gelişip, uydular dünyanın etrafını sardığı, düşmanın sesi her eve ulaştığı sosyal medya çağında ne yapacaksınız Algı yönetimi ve manipülasyon çağında ne yapacaksınız Bedir'de zafere ulaşsanız da, psikolojik savaşa karşı mücadele etmeyi öğrenememişseniz vay halinize, vay halimize! Kanla, canla, terle ve emekle kazandığınız her şey bir çift sözle yok olup gidebiliyorsa vay halinize, vay halimize! Bu bir çift sözün adı bugün "İsrail'le normalleşme"dir. Bu projeye "hayır!" demek için, ayete, hadise, basirete, ferasete ihtiyaç var mı Az buçuk insaf ve az buçuk insanlığın dışında herhangi bir şeye ihtiyaç var mı Uzmanlığa filan gerek yok; görme yetisini kaybetmemiş her göz için durum çok açık. İsrail, yanına