Uyanış (Gerçek bir hayat hikâyesi)

Okulların birinci dönem karnelerini vereli bir hafta olmuştu. Öğrencilerin bir kısmı okul yorgunluğunu atmak için ailelerinin yanına giderken bir kısmı da dinlenerek uyumayı tercih etmişti.Ali'nin evi tatil boyunca misafirlerle dolup taşmıştı. Evlerinin içi sımsıcaktı ama dışarda kış en şiddetli yıllarından birini yaşıyordu. Bu sabah kapı önüne bırakılan ayakkabılar şiddetli soğuktan yere çivilenmiş gibi buz tutmuştu. Hatice anne mutfakta kahvaltı hazırlığı yaparken kaşık, çatal ve bardak sesi evdeki sessizliği bozuyordu. Hatice "Bu soğuk havada kim balkon kapısını açtı" diye kendi kendine söylenmeye başlamıştı. Mutfak bir anda buz kesilince Hatice sert bir sesle "Balkon kapısını kapatın!" dedi. Buna rağmen kimse oralı olmadı. Elindeki zeytin dolu tabağı masaya bıraktı ve hızlı adımlarla mutfak kapısını doğru gitti. Kapının kolunu tam kapatacakken acı bir çığlık duydu. Bağırma sesleri daha da artınca Hatice ile Ali açık balkon kapısından aşağıda toplanmış kalabalığa baktı. Gözler kalabalığı tararken bağrışmanın yoğun olduğu tarafa baktıklarında apartmanın önündeki caddeye yüzüstü uzanmış biri görünüyordu. Ali ve Hatice üstlerine bir şeyler atıp merdivenlerden üçer beşer atlayarak apartmanın önüne geldiler. Kalabalığa doğru yaklaştıklarında "acaba" diye bir ateş düştü. Yüz üstü uzanan kişinin yanına vardıklarında giysiler kızların giysisine çok benziyordu. İçinde "acaba" büyüdü büyüdü ve bir ateş topuna döndü ve Hatice'nin yüreğine geldi, oturdu. Hatice yerde uzanan kişinin yanına yaklaştı korku içinde kanlı yüzü kendine doğru çevirdiğinde yıllarca nasır tutmuş bir acı birden damarlarına zerk edilmiş gibi sarsıldı ve yere düşüp bayılırdı. Hatice büyük ümitlerle büyüttüğü kızı yerde cansız yatıyordu. Ali kızına yaklaştı titreyen elleriyle saçlarını düzeltti. Bu durum sürerken ambulansın siren sesi duyuldu ve acı bir frenle yanlarına geldiğinde Hatice ayılmış gözleri açmaya çalışıyordu. "Ali ile Hatice'nin kızı balkondan düştü" haberi jet hızıyla şehre yayıldı ve hastane bir anda dolup taştı. Bir müddet sonra doktor koridora çıktı. Ali ile Hatice'ye yaklaştı "Maalesef kızınız hastaneye varmadan çok önce ölmüş." dediğinde Hatice bedeninden cımbızla etinin çekildiğini hissetti. Vefatını üzerinden acı ile yoğrulmuş bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Ali her gece sabahlara kadar "Kızımın ölümünde benim bir suçum var mı" diyen kör bir yılan gibi sorular aklını ve kalbini ısırdı. Kırk beş yıl önce bir kitapta okuduğu soru bir cellat gibi karşısına dikildi. "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun dedi. Sorusu önce onu su dolu kaynar bir kazana, ardından donmuş bir havuza daldırdı. Bu daldırmalar devam ederken Ali'nin vicdanı kurduğu mahkeme sonunda kızının ölümünde kendini suçlu buldu. Kırk beş yıl önceki soru bir köre baston olur gibi kalbinin kapısını çaldı. Ali cesaretini topladı kendi kendine "Gerçekten ben neyim, nereden geldim. Dedem, babam binlerce akrabam milyon milyar insan nereden geldi, nereye gidiyor" diye sorular peş peşe geldi. Bu yaşa kadar neler kaçırdığını sıraladığında "keşkeler" bir diken gibi boğazına takılmıştı. Tıpkı yıllar önce babasının evini terk edip evine dönen evlat gibi Ali'ye kitaplar şefkat kucağını açtı. Kitaplar yüreğindeki yaralardan haberdarmış gibi kalbine şöyle müjdeler veriyordu: "Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette