Hoşgeldin balık !

Geçen hafta balıkçılar, bir umut, yine ağlarını denize bıraktılar. Her yıl olduğu gibi , bu yıl da medya aynı şeyleri yazdı: "Bu sezon balık bol olacak. Doya doya yiyeceğiz !"

İlk toplanan ağlardan beklenildiği gibi, biraz hamsi, biraz sarı mezgit çıktı. Onların da kilosu 100 lira civarında. Balıkçılar, hale gelen tekne sayısı artıkça fiyatlar düşer deseler de, fazla inanmayın.

Lüks yatlara ucuz mazot veren hükümet, bu cömertliğini balıkçılardan esirgedikçe ucuz balık falan yiyemeyiz.

Geçenlerde yazmıştım. Medyada her ayın bir ana konusu vardır. Eylül, balığa ayrılmıştır. Yazılar, genellikle kendini tekrarlar. Fiyatlar, bolluk veya yokluk, halkın şikayetleri falan !

Ben de kendimi az tekrarlamaya çalışarak, bir balık yazısı yazmak istiyorum.

Balığın Boğaz'a bir geliş sırası vardır. Önce Çanakkale'nin sardalyesi görünür. Ardından Karadeniz'in hamsisi. Daha sonra onları kovayan Çingene Palamutu, sonra çinekop, sarı kanat, lüfer, uskumru, palamut, torik, kofana ve kalkanla sezona nokta konur.

Aslında kim ne derse desin, İstanbullu'nun gözdesi palamuttur. Lezzetlidir, bol olursa her sofrada görülür.

Palamutun kentle olan ilişkisi çok eskilere dayanır.

Bir iddiaya göre, Bizans'ın, Kalkhedon (Kadıköy) yakasında değil de, Sarayburnu'nda kurulmasının nedeni de Palamut balığıdır. Çünkü bu balık, Kalkhedon kıyılarına hiç uğramazmış. Karadeniz'den gelip, Haliç'e doluşurmuş.

Bunun nedenini Romalı tarihçi Plinius şöyle anlatmış: "Boğaz'ın en dar yerinde, Asya yakasındaki Kalkhedon yakınında, dipten yüzeye doğru yükselen, suyun arasından parlayan şahane beyazlıkta bir kaya vardır. Palamutlar bu kayayı birden bire karşılarında görünce her zaman ürkerler. Sürü halinde karşı taraftaki Byzantion burnuna yönelirler. Buranın Altın Boynuz diye anılmasının nedeni budur. Sonunda bütün palamutlar burada yakalanırlar."

İster inanın ister inanmayın. Tarihçi böyle anlatmış. Şahidi yok.

Şimdi palamutu ara ki bulasın!

Mazot pahalı diye haklı bir serzeniş içinde olan balıkçıların da, balık neslinin tükenmesinde baş rolü oynadıklarını unutmamak lazım

Denizde ne var ne yok, acımasızca silip süpürüyorlar.. Ne boyuna posuna, ne kilosuna, ne de yaşına bakıyorlar. Minicik hamsilere büyüme fırsatı vermeden onları yakalayıp, tavuk, kedi, köpek yemi olsun diye fabrikalara satıyorlar. Daha iki damla yağ biriktirememiş kestane palamutlarının, büyüyüp, Çingene Palamutu omlarına bile fırsat vermiyorlar.

Onun için palamut kalmadı, torik zaten sadece anıları süsleyen balık oldu. Çinekoplar arasında talihli olanlar, ancak sarıkanat sınıfına yükselebildiler. Lüferliğe yükselip, gelecek nesilleri doğurmalarına asla izin verilmedi. Yiyecek istavrit bulamayan lüferler, fazla oyalanmadan çekip gittiler.

Uskumru yoktu zaten iyice yok oldu. Romanya'dan tırlarla gelen kalkanlar olmasa ona da hasret kalacaktık.

Ne yapmalı Önce balıkçılar işlerine saygılı olmalı.

Bir örnek:

Bir kaç yıl önce, ABD'nin Main Eyaleti'nde katıldığım ıstakoz ve yengeç avında gördüklerimi anlatacağım.

Balıkçı teknesi, tuzak kafeslerini teker teker çekiyor, bir kişi elindeki ölçü aleti ile hayvanların boylarını ölçüyordu. Yasal boya ulaşamayanlar ve dişiler, vakit geçirmeden denize atılıyordu.

"Bir kaç santimden bir şey olmaz" mantalitesi burada geçerli değildi. Bir defa, ölçülere uymayan hayvanı balık satanlar almıyordu. Daha önemlisi, yapılan ani baskınlarda ölçü dışı av yakalanırsa, avlanma ruhsatı ömür boyu iptal ediliyordu.

Ekmeklerine bu kadar saygılıydılar anlayacağınız!

Malum yakınmaları bir kenara bırakıp, geçmişe doğru bir zıplama yapalım.

Balıkların İstanbul'a geliş sıralaması ansiklopedilere bile konu olmuştur. Tatlı dilli tarihçi Reşat Ekrem Koçu'nun yarım kalan muhteşem eseri "İstanbul Ansiklopedisi"nde bu sıralama şöyle anlatılır:

"Ocak: İstakoz, tarak ve istiridye iyidir.

Şubat: Balıkların ekserisi yumurtalı olduğu için yenecek halde değildir. Levrek ve kefal yumurtalı olmakla beraber yağlıdır.

Mart: Tercihen yenilecek balıklar kefal, levrek, gelincik, barbunya, tekir, karagöz, iskorpit ve mercandır.

Nisan: Boğaziçi balıkçılarının Karadeniz'de avladıkları kalkanlar pek lezzetlidir. İstiridye tavsiye edilmez.

Mayıs: Kalkanın, pisinin, ve kaya balıklarının en ala zamanıdır. Barbunya ve tekir yağsız ve lezzetsiz olur.

Haziran: Barbunyanın ızgara mevsimidir, tekir yağlıdır. Kırlangıç iyidir. Levreğin bilhassa kuyruk tarafının tavası pek lezzetli olur.

Temmuz: Sardalyenin asma yaprağı içinde ızgarasının tam zamanıdır

Ağustos: Barbunya ile tekirin en ala ızgara zamanıdır. Istakoz, midye ve çağanoz da güzeldir.

Eylül: Barbunya, tekir, lüfer, kofana, ispari, izmarit, kılıç, kefal bu ayda pek lezzetlidir.

Ekim: Barbunya ve tekirin en yağlı ve lezzetli zamanıdır. Lüfer pek yağlı olduğundan yalnız ızgara yapmalıdır.

Kasım: Balıkların hepsi lezzetlidir. Istakozlar çok dolgundur. İstiridye ve midye de pek lezzetlidir. Fakat Marmara ve Boğaz mahsulü olmalarına dikkat edilmelidir.

Aralık: Balıklar yağsızdır, çoğu yenmez. Uskumru yağlı ve lezzetlidir. İstiridye ve ıstakozun en ala zamanıdır."

Bu sıralamadan da anlaşılacağı gibi İstanbul'un çevresinde bir zamanlar çeşit çeşit balık tutulabilmekteymiş.

Nitekim, uzun yıllar İstanbul Balıkhanesi'nde müdürlük yapmış olan Karakin Deveciyan Bey, balıkhaneye gelen balıkları şöyle sıralar: "Levrek, kefal, barbunya, torik, gümüş, istavrit, izmarit, uskumru, kolyoz, sardalye, lüfer, kalkan, pisi, dil, hamsi, kırlangıç, öksüz, iskorpit, hani, karagöz, mercan, sarıağız, istrongilos, mezgit, mersin, çina, çamuka, köpek balığı, vatos."