Şiir üzerine

Orhun Kitabeleri ve Divanü Lügati't Türk'te gördüğümüz Türk şiiri, Anadolu'da İslâm uygarlığının etkisiyle yeni bir kimliğe bürünmüş, dini ve tasavvufi şiir biçimleri ortaya çıkmıştır. Edebiyatımıza Arap ve Fars edebiyatlarından geçen divan şiiri, kendine özgü bir disiplin içinde gelişimini sürdürmüş, İstanbul'un alınmasıyla saray divan şiirinin beşiği olmuş, şiirimiz divan şiiri, tekke şiiri ve âşık şiiri adlarıyla üç farklı disiplin halinde eserler vermiştir. Asya'daki sözlü şiir geleneğimiz de, âşıklarımızla günümüze kadar ulaşmıştır. Tanzimat'la birlikte şiirimizde de köklü değişimlere gidilmiş, Tanzimat'ta özle başlayan gelişme, Servet-i Fünun döneminde biçime yönelmiş, şiir divanın belli kural ve koşullarından kurtulmuştur. 1901'de Genç Kalemler dilde sadeleşmeye ve hece ölçüsüne yönelmiş, 1909'da kurulan Fecri Âti topluluğu güzeli arayan şairlerin elinde bir dönem sürmüş ve gerçek anlamda Cumhuriyet dönemi Türk şiiri 1926'da Ahmet Haşim'in Piyale'sinin yayımlanmasıyla başlamıştır. 1927'de kurulan Yedi Meşaleciler döneminde bu topluluğun dışında Nazım Hikmet ve Ercüment Behzat Lav dize ve biçimi yıkarak yeni şiirin doğuşuna zemin hazırlamışlardır. Garipçiler, İkinci Yeniciler, Sosyal Gerçekçiler, Hisarcılar, Maviciler gibi düşüncelere kapılan kimi şairlerimiz şiirimizi alabildiğine renklendirmişlerdir. Şiiri güzel söylemek, dilin şiirsel işleviyle gerçekleşir. Dil, şiir içinde kendini yeniler, bu da şiirsel imgeleri yerli yerinde kullanmakla olur. Kalıcı olan, şiirsel imgelerin ustalıkla kullanıldığı bölümdür. Bunun nedeni şiirsel imgelerin bulunduğu dizelerin daha etkili oluşudur. Şiir, ne bir düşüncenin doğruluğunu kanıtlamak, ne de bir gerçeği öğretmek amacındadır. Şiirin varlık nedeni şairin iç dünyasına ve duyarlılığına bağlıdır. İyi işlenmemiş şiir, manzume konumunda kalır. Kuru, yavan bir söyleyiş olan manzume unutulmaya mahkûmdur. Şiirde, dilin bütün incelikleri, söyleyiş özellikleri, imgelerin yerli yerinde kullanılışı ve şairin duyarlığı önemlidir. Karacaoğlan'ın: Oturmuş derdime dert mi katarsın Âlem sele gitti gözüm yaşından şöyleyişinin kalıcı oluş nedeni ikinci dizede yoğunlaşan şiirsel yüktür. Şiir, duygularla, düşüncelerle yoğrulmuş bir üründür. Şiir, düşünce yazısı olmadığı için duygu ve düşüncenin sanatçıdaki yansımasını iletir. Karacaoğlan'ın: Mevlâm destur verse bir top gül olsam Sokulsam zülfünün aralarına deyişinde dilin kullanımı ile ikinci dizedeki şiirsel yük Yahya Kemal'in 'İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar' dizesi, Külebi'nin: Büyük bir ulusuz biz, büyük Mutlu günler düşünmek ağlatır insanı Çemişkezek'te, Patnos'ta, Malazgirt'te doğanlar Öksüz kor musunuz vatanı biçimindeki söyleyişi şiirsel yük ve yapı bakımından hiç unutulmayanlar arasındadır. Cahit Sıtkı'nın: Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz Ya gözler altındaki halkalar Neden böyle düşman görünürsünüz Yıllar yılı dost bildiğim aynalar dizelerindeki yapının sağlamlığıdır unutulmaz kılan. Külebi'deki doğallık ve kullandığı sözcüklerde: Benim doğduğum köyler de güzeldi Sen de anlat doğduğun yerleri Anlat biraz biçiminde görülen içtenlik ve sıcak söyleyiştir Külebi'yi Külebi yapan. Her yazılan manzume şiir değildir. Şiirde bir şeylerin yeni bir biçimde söylenmesi savı ön planda tutulmalıdır. Dünyada milyonlarca aşk şiiri yazılmıştır ama unutulmayan, hemen akla gelenlerin sayısı oldukça azdır. Şiirde önemli olan hissetmek, sezmek ve sezgiyle bilmektir. Şiirin özünü ortaya koyabilmek için şiire özgü dil kullanımı gereklidir. Bu arayışlar nedeniyle edebiyatımızda çeşitli şiir akımları ortaya çıkmıştır. Bir şiirde hem dilin kuralları, hem de şairin bireysel seçimleri bulunur. Dil kurallarıyla şiir okura ulaşır. Şairin bireysel seçimiyle okur özel bir dilsel ürüne, yeni bir şiire tanık olur ve estetik bir haz duyar. İşte şairlik gücü burada ortaya çıkar. Alt alta yazılan her dize şiiri oluşturmaz. Şiir, özün, sunuluşun