Barışın Renkleri

"Barış hükümlerin en güzelidir." Değerli okurlarım, Yunanlıların ve Rumların Kıbrıs Türklerine uygulamış oldukları baskıyı ve bu baskı karşısında Kıbrıs Türklerinin gösterdiği varoluş mücadelesini ele alan, 1974 yılında ana vatan Türkiye tarafından gerçekleştirilen Kıbrıs Türk Barış Harekâtı'nın romanlara yansıtılıp işlenmesi hep ilgimi çekmiştir. 1974'te yaşanan Kıbrıs'taki savaşa katılmış ve yaşadığı travmanın etkisiyle hayattan kopmuş bir askerin, umudunu hiçbir zaman yitirmeyen babasıyla yeniden iletişim kurmasına giden süreci anlatan M. Osman Akbaşak'ın "Barışın Renkleri" adlı romanı son yıllarda yazılmış romanlar arasında mutlaka okunması gereken ilginç romanlardan biri olduğu görüşündeyim. Sosyal gerçekçi bir çizgiyi "Yine de emperyalizmin bütün senaryolarını çöpe atacak olanlar; yine barış talebiyle direnen halklar olacaktır. Bu ülke bizim, bu halk bizim. Bütün ölenler biziz! Bu nedenle: Barış hemen şimdi!" ifadeleriyle sergileyen roman Kıbrıs konusunda gerçek anlatımlara yer verişiyle yaşanan dramatik ve iç parçalayan öyküleriyle kurgu olmayıp yaşanmışlığın satırlara yansıması olması açısından dikkat çekicidir. Birilerinin karar vermesiyle birilerinin ölmesi, acı çekmesi, yurdundan yuvasından olması, göçe maruz bırakılması kolay değildir. Osman Akbaşak'ın Barışın Renkleri'nde her iki tarafa da barış çığlıklarını duyurabilmek, bazı ülkelerin çıkarları adına, siyasi manevralarla, özellikle Yunan halkını kışkırtmaları karşısında, halkların kardeşliği ilkesini, barışın temeline yerleştirme çabası belirgin olarak sezilmektedir. Eserde, barışın istenirse, yıllarca iç içe iyi komşuluk örnekleri sergileyerek yaşamış, sevgi dolu yüreklerde, karşılıklı diyalogla yeniden yeşerebileceği vurgulanmaktadır. Akbaşak'ın usta kalemiyle Kıbrıs'taki savaşta kaybolan oğlunun acısıyla yaşayan bir büyükbabanın katıldığı Kore Savaşı anılarının anlatımıyla başlayan, Kıbrıs Barış Harekatı'nda kayıp oğlunun torunu Sibel'in dedesini arayışını anlatan "Barışın Renkleri" romanı emperyalizmin ve uşaklarının savaş çığlıklarına karşı tarihe, coğrafyaya ve yaşama dair katı gerçekleri yansıtmaktadır. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü üçüncü sınıf öğrencisi Sibel, Kore savaşında bulunmuş 90 yaşındaki annesinin dedesi olan ve çocukken ailenin büyükbaba dedirttiği büyük dedesinin oğlunu Kıbrıs Barış Harekatı'na katıldıktan sonra hiç haber alamayışının derin üzüntüsünü yaşayışına duyduğu üzüntüyle, kendinin de hiç tanımadığı dedesi olan, büyükbabasının oğlunu bulma ümidiyle arkadaşı Aykut'u da alarak Kıbrıs'a gider. İzmir'de gazetecilik okuyan ve KKTC'de çalışan Kıbrıslı Aycan ve Nedim her türlü yardımı yaparlar. Sibel, Aykut, Aycan ve Nedim bir kafeye girdiklerinde Aycan'ın yakın dostu uzun yıllar Kıbrıs'ta yaşayan edebiyat öğretmeni benim de İzmir'de birçok kültürel etkinlikte birlikte olduğum ve Osman Akbaşak'ın da yakın arkadaşı Ayşe Tural'la karşılaşırlar. Aycan arkadaşlarını tanıtıp olayı anlatır. Ayşe Tural da önemli araştırmalarda bulunur. Sibel'e "Kızım, deden konusunda her olasılığa hazır ol, o yıllarda geri dönmeyen çok asker duydum. Bekar olanlar burada bir kız bulup evlenmiş. Evlilerden de evlenip kalanlar olmuş. Eğer ölmediyse izini buluruz." deyip ayrılır. Sibel de, "Dedem yıllardır yok, belki de öldü, kemikleri bile kayboldu. Bir nesil bedel ödedi, daha kaç nesil ödeyecek ki Bir gün bitecek, bitmeli de." deyip içini döker. Romanda, Sibel dedesini ararken Magosa kale içinde 1963 olaylarını ve 1974 Barış Harekatını yaşayan yaşlıların anılarını dinledikçe KKTC ile ilgili ufku oldukça genişler. Anılarını anlatan (Gerçekte Osman Akbaşak'ın sınıf arkadaşı olan Kıbrıs'ta o günleri yaşamış gerçek bir kişi olan) Ünsal Bey'den, bir zamanlar aynı köy ya da kasabada iç içe yaşayan derin bir komşuluk bağı olan hatta bazı aşk evlilikleri gerçekleşen, bazı aileler vermeyince kız kaçırma olayları da olan Türk ve Rum halklar arasında kilise ve Rum eğitim sisteminin yarattığı ortam zaman içinde Rum gençlerini tam bir Türk düşmanı haline soktuğunu öğrenir. Konuşmaları dinleyen Metin Bey söze karışıp: "Kalabalık bir grup Rum bizi gafil avladı, silahımıza bile davranmadan üçümüzün ensemize vurup bayıltmışlar. Köyden uzağa götürüp mezarımızı kazdırdılar. Bizi mezarımızın başına diktiler. Birbirimize bakıp helalleştik. Tam bu anda Rum kadının biri Rumca avaz avaz bağırmaya başladı. Rumca bildiğimiz için anlıyorduk. Durun, yapmayın! Ben anayım izin vermem. Bir Rum kadın daha geldi o da öldürtmem deyince homurdanarak gittiler. Diyeceğim şudur ki her toplumda iyi insanlar