Tükürdüğünü yalamak ya da boşa kürek çekmek

Yaşadığımız dünya bir çeşit arenadır. Güçlüler ve zayıflar arenası... Sömürgeciler ve sömürgeler arenası...Yayılmacılar ve yayılmacı saldırılara uğrayanlar arenası... Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Günümüzde güçlülerin dolu dizgin at koşturdukları ülkeleri saymakla bitiremeyecek durumdayız. Güçlü, acımasız, saldırgan yayılmacılar bir ülkeyi ele geçirmenin her yolunu denemekten çekinmezler! Onları korkmak, acımak, ahlaklı olmak, insan haklarına saygılı olmak gibi ilkeler durduramaz. Bir ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak istediklerinde planladıkları senaryolarını bir bir devreye koyup işi bitiriyorlar. Bu planlarından vazgeçmiyorlar. Akıllarına gelen bütün yolları deniyorlar. Bilinen eski klasik yöntem olan askeri güçle ülkeyi ele geçirme yöntemi; günümüzde pek baş vurulmayan veya en son baş vuracakları yöntem durumuna geldi. Moda yöntem; yönetime gelmesi olası olan partileri, toplulukları, aşiretleri veya grupları denetimleri altında tutarak yönlendirmeye çalışıyorlar. Üst akıl dedikleri bir yöntemle bu işi bitiriyorlar. Yani ellerini yakmayıp maşaları kullanıyorlar. Türkiye'de bu yöntemin uygulandığını veya uygulanmaya çalışıldığını çok yaşadık. Son günlerde bunu daha rahat bir biçimde görüyoruz. Son bir yıldır toplantı üstüne toplantı yapıp bir sonuca ulaşamayan ve yılan hikayesine dönen 6'lı masanın cumhurbaşkanlığı adayı belirleme işi buna bir örnektir. Bir bakıyorsunuz ki biri ülkeyi kurtarmaya paçalarını sıvamış; diğeri koltuk sevdasına düşmüş ve gerisi de (oyu az olanlar) "sofrada kaşık bekleyenler" durumuna gelmişler; bir türlü net bir karara varamıyorlar. Tam karara vardıkları sırada biri masadan kalkıyor ve masayı devirip arkasına bakmadan küsüp gidiyor. Sonra birileri devreye giriyor ve iş tatlıya bağlanır gibi oluyor ama büyük ortağın "yüzünden düşen bin parça olduğu" gözden kaçmıyor.Bu durum, ülkemizin geleceğinde gözü olanların bu sürece etki etmeye çalıştıkları izlenimini vermektedir. Hem masadan kalkacaksın hem yine kalktığın yere tekrar oturacaksın... Buna "tükürdüğünü yalamak" derler. Halk arasında anlatılan bir fıkra aklıma geldi. Sıcak bir yaz günü; adam pazardan karpuzunu alır ve eşeğine binerek köyüne gitmek için yola koyulur. Yolda susamaya başlar ve bir ağacın gölgesine oturup karpuzunu kesip yemeye başlar. Yiyip bitirdikten sonra kabuklarına da- af edersiniz - bir güzel işer. Bir süre sonra tekrar susayınca gözü kabuklara takılır ve kabukları yakından incelemeye başlar. Hah, işte buna dokunmamıştı der ve kabuğu yalayarak susuzluğunu gidermeye çalışır. Sonra aynı şekilde: "Buna da değmemiş; buna da değmemiş!" deyip bütün kabukları yalayarak bitirir. Bir şey aynı anda hem iyi hem kötü olamaz. Bu durum, çıkar veya çaresizlik karşısında insanların başvurduğu zorunlu ve çelişkili bir kararsızlık biçimidir. Çelişkilerle de iş yürümez. Eğer anlaşmazlık konusu iki cumhurbaşkanlığı yardımcılığı görevinin kime verilmesi idiyse bu, üzerinde anlaşılamayacak çok zor bir konu