Tarikat, mürit, vahşet!...

Kurtuluş Savaşı'nı din adamlarının desteği ile de başarıya ulaştıran Atatürk, 30 Kasım 1925'te tekke ve zaviyeleri niçin kapatmıştı acaba.. Atatürk döneminin Genelkurmay Başkanı ve dindar bir asker olarak bilinen Mareşal Fevzi Çakmak, tarikat ve cemaatler için gerçekten, "Haçlıların Anadolu'daki ileri karakolları" demiş miydi acaba.. Atatürk; 1870'lerden itibaren Osmanlı'da çıkan isyanların Kurtuluş Savaşı'na giden yolda da büyük engel olacağının farkındaydı... Nitekim Gazi'nin Anadolu'yu dolaştığı dönemde, Bayburt'un Hart bucağında Millî Mücadele yanlılarını "dinsiz ve şeriat düşmanı" olarak gösteren Şeyh Eşref, kendisinin "peygamber" olduğunu ileri sürerek, bunu yanındakilere kabul ettirmişti... İstanbul Hükümeti duyarsız davransa da, Mustafa Kemal Paşa, giderek büyüyen bu tehlikeli olayın bir an önce bastırılmasını istemişti... 24 Aralık 1919'da meydana gelen çatışmada Şeyh Eşref ve çevresindeki tarikat ileri gelenleri güçlükle etkisiz hale getirilmişti... Şubat-Nisan 1925'te, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran ve bu konudaki bildiride "din uğruna savaşanların lideri" anlamına gelen bir mührü kullanan Şeyh Said'in başkaldırısı da, Gazi'nin tekke ve zaviyeleri kapatmakta ne kadar haklı olduğunu kanıtlamıştı... 1930'da, Menemen'de Kubilay'ın başının bağnaz tarikat müritlerince kesilmesi ise ülkeyi dehşete düşürmüştü... 1876'dan 1937'deki Seyit Rıza olayına kadar Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan ve feodal ağaların giriştiği isyanların temelinde de gericilik ve tarikat örgütlenmeleri etkiliydi... Devletin 1940'lara kadar teyakkuz halinde olduğu tarikat ve cemaatler, "siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz" diyen Menderes'le birlikte zirve yapmış ve 1950'lerden itibaren de tarikatlara- cemaatlere taviz veren siyaset anlayışları Cumhuriyeti hızla geriye götürmüştü... KURBANLAR VE BABALARI!.. 1970'lere gelindiğinde ise İzmir'de cami vaazları ile başlayan ve sonraları "hizmet hareketi"ne dönüşerek AKP döneminde iyice palazlanan Fethullahçıların, 15 Temmuz 2016'da devlete darbeye kalkışması, tarikatlara verilen tavizlerin nerelere kadar ulaşabileceğini net biçimde ispatlamıştı... İşte o darbe girişiminin ardından başlatılan ve 6 yıldır bitmeyen operasyonlar, Nurculuğun bir kolu olan Fethullahçıların, yüzbinlerce müritle emniyetten orduya, bürokrasiden devletin taşra örgütlerine kadar her alanda nasıl örgütlendiğini ortaya çıkartmıştı... Bu kronolojik tabloyu niçin anımsattığımızın herkes farkında olmalı... Atatürk'ün ölümünün ardından, 1950'lerden itibaren tarikat ve cemaatlere verilen tavizden devlet de, siyaset de ne yazık ki ders almadı... Devlet ders almış olsaydı, bizzat AKP'ye darbe yapan Fethullahçıların yerini Menzil'den Nakşilere kadar başka tarikatların alması için bu kadar başıboş davranılır mıydı.. Tarikatların devlet içinde örgütlenmeye devam etmesi gazetelere sıklıkla manşet olurken, bu sinsi yapılanmaların sosyal patlamaları ise taciz ve tecavüz olaylarının ardından cinayet ve intiharlarla da her geçen gün daha fazla dışa vuruyor... İşte Antalya'da bir tarikat yurdunda, gencecik bir üniversite öğrencisinin başının kesilmesi ve Elazığ'da tıp fakültesi öğrencisi Enes'in cemaat içindeki baskılardan bunalarak intihar etmesi, sadece tarikat ve cemaatler içerisinde büyüyen tehlikeyi dışa vurmuyor... Kurbanların ailelerinin dehşet verici olaylar sonrasındaki şoke edici açıklamaları, tarikat aleminde bireylerin nasıl hipnoz edildiğini de gösteriyor... Çünkü Antalya'daki tarikat yurdunda kafası kesilen delikanlının babası oğlu için, "konakladığı eller, emin ellerdi" diyebilmişti!.. Nurcuların yurdunda bunaldığı için intihar eden Enes'in babası ise en büyük zararı oğlunu kaybederek görmüşken, 25 yıldır içinde bulunduğu tarikattan zarar görmediğini söylemiş ve "oğlumun kaldığı yer güzel insanların kaldığı yer" diyerek, umursamazca konuşabilmişti!.. Gençler mürit- militan-rant üçgeninde, adeta tek tip din anlayışı dayatılarak tarikat- cemaat kölesi haline getirilirken, çocuklarını kaybetmelerine