İyiliğin gücü

İsveçli yazar Fredrik Backman'ın 2012'de yayımlanan 'Owe Adında Bir Adam' (En man som heter Ove) adlı romanı, sadece kendi ülkesinde değil dünyada da ilgi görmüş, ABD'de 42 hafta çok satan kitaplar listesinde kalmıştı. Romandan uyarlanan aynı adlı 2015 İsveç yapımı film ise biri uluslararası, diğeri saç-makyaj olmak üzere iki kategoride Oscar'a aday olmuştu. Tecrübeli senaryo yazarı David Magee'nin uyarladığı Amerikan yeniden çevrimi 'Hayata Rövaşata Çeken Adam' (A Man Called Otto), Pittsburgh'da geçiyor. 63 yaşındaki Otto'yu (Tom Hanks) bir yapı markette kasiyeri ve mağaza müdürünü azarlarken tanıyoruz. Ertesi sabah, oturduğu sitede yaptığı günlük olağan teftiş sırasında kurallara aşırı bağlılığını görüyor, insanlarla arasının pek iyi olmadığını anlıyoruz. Öyle ki emeklilik partisi sırasında mesai arkadaşlarıyla oturup kutlama pastasını dahi yemiyor. İlerleyen sahnelerde Otto'nun, yapı markette ip aldığı ilk sahneden itibaren intiharını planladığını öğrenmek bizim için biraz şaşırtıcı oluyor. Çünkü düzen ve kurallar için bile olsa Otto'nun aklı hâlâ hayatta... İntihar etmeden önce elektriği, doğalgazı kestiriyor ve 6 günlük bir ödeme için tartışma çıkarıyor. Nitekim, evinin önünde kötü park eden karavanlı bir otomobil gördüğünde, sitedeki düzeni tesis etmek için intiharını bile yarıda bırakabiliyor. Evinden çıkıp siteye taşınan yeni komşularıyla karşılaşmasının hayatında bir dönüm noktası olacağının henüz farkında değil. Aslında Meksika kökenli Marisol (Mariana Trevino) ve beceriksiz eşi Tommy'yi (Manuel Garcia-Rulfo) ilk görüşte sevdiği söylenemez; otomobilin arka koltuğunda oturan iki küçük kızla tanıştığında ise kalbindeki buzları en çok neyin eriteceğini hissediyoruz. Öte yandan, intihar planına sadık kalmaya çalışıyor Otto. Ama karşı olduğu düzensizlikler, sürprizler ve sorunlar, her seferinde onu engelliyor. Asıl önemlisi, Marisol ve ailesi, Otto'yu 'ölümden alıp hayata doğru' sürüklüyor. İsteklerine her seferinde direnmesine, karşı çıkmasına rağmen Otto, onlar sayesinde insanlar üzerinde olumlu etkileri olduğunu ve hayatının bir anlam ifade ettiğini görüyor. Başlangıçta evinden uzak tutmaya çalıştığı kedi ile ilişkisi hayatla kurduğu ilişkiyi yansıtıyor. Kediye yaklaştıkça hayata da yaklaşıyor. Marisol ve ailesinin yaşamı simgelediği söylenebilir. Onlar gelmeden önce çocuklu ailelerin olmadığı sitede hayat renksiz, cansız görünüyor. Sitede onlardan başka çocuklu aile yok. Üçüncü çocuğunu karnında taşıyan Marisol anneliğin gücünü, yaşam sevincini, umudu ve geleceği temsil ediyor. Film ilerledikçe 'flash-back' sahneler eşliğinde, Tom Hanks'in oğlu Truman Hanks'in canlandırdığı genç Otto'nun hayat öyküsüne tanık olduğumuzda; travmalar, onulmaz acılar ve büyük bir yalnızlık çıkıyor karşımıza... Özellikle güvenlikle ilgili kurallara titizlikle uyulması konusunda neden o kadar takıntılı olduğunu öğreniyoruz. Tüm bu geçmiş öyküde eşi Sofya'ya (Rachel Keller) duyduğu büyük aşkın her şeyin önüne geçtiğini görüyoruz. Dolayısıyla, intihar edip etmemek konusunda Sofya'nın kilit rol oynayacağını hissediyoruz. Otto'nun o sert, aksi, inatçı ve muhafazakâr görüntüsüne rağmen özellikle insanların etnik kökenleri ve cinsel yönelimleri konusunda önyargılı olmadığını keşfediyoruz. En önemlisi, Sofya'yı hayatının kurtarıcı meleği ve ruhani rehberi olarak kabul etmesi itibarıyla eril iktidara inanmadığını fark ediyoruz. Onu tanıdıkça iki çocuk annesi hamile Marisol'un onu hayata bağlamasının çok şaşırtıcı olmadığı anlaşılıyor. Filmin kilit diyaloglarından birinde, intihar fikrinden ve yaşamaya değer hiç kimse olmadığından söz eden Otto'ya Marisol'un, hayatta kalma nedeni olarak 'Ben varım' demesini akılda tutmak gerek. 'Hayata Rövaşata Çeken Adam', boynuna ipi geçirdiği andan itibaren Otto açısından 'Yaşamaya değer ne var' ve 'Hayatın anlamı