Biyolojik korku filmi: 'Müstakbel Suçlar'

Kanadalı yönetmen David Cronenberg'in yeni filmi 'Müstakbel Suçlar' (Crimes of the Future) dünya prömiyerini Cannes Film Festivali'nde yaptı ve mayıs ayından itibaren başta Fransa olmak üzere ABD dahil bazı ülkelerde sinema salonlarında gösterime girdi. Türkiye'de ise çevrimiçi olarak 23 Temmuz'da MUBI içeriğine eklendi. Cronenberg'in 'Existenz' (1999), 'Crash' (1996) ve 1970'li, 80'li yıllarda çektiği 'body horror' türündeki filmleri hiç bilmeyen seyirciler 'Müstakbel Suçlar'ı tuhaf, yadırgatıcı, rahatsız edici, tiksindirici ve aşırı kasvetli bulabilir. İnsanın bedeniyle ilişkilerini temel alan ve 'biyolojik korku' olarak da adlandırılan filmlerini bilenler içinse 'Müstakbel Suçlar', Cronenberg'in 'eve dönüş'ü olarak yorumlanabilir. Cronenberg'in yeniden çevrim olmamasına rağmen 1970 yapımı ikinci uzun filminin başlığını bire bir alması da kuşkusuz 'eve dönüş' benzetmesini destekliyor. Baştan söyleyelim, 2022 yapımı 'Müstakbel Suçlar', seyircinin olup bitenleri anlamlandırmak, 'büyük resmi' yerli yerine oturtmak için sabretmesi gereken filmlerden. Özellikle deniz kıyısındaki evde yaşayan anne ve oğlunun yer aldığı ilk birkaç sahnede olup bitenleri tam olarak anlayabilmemiz için filmin ortalarına kadar beklememiz gerekiyor. Ne var ki, Cronenberg'in öncelikli derdinin, merak unsurunu ayakta tutmak olduğunu pek sanmıyorum. Hatta ilk 45 dakikayı düşündüğümüzde, filmin seyircinin sabrını sınadığı dahi söylenebilir. Bana sorarsanız asıl hedefi, hikâyenin ana hatlarını kurmadan önce seyirciyi filmin ruhunu oluşturan görsel imgelerin orta yerine atmak ve onu bir süre orada sahipsiz olarak tek başına bırakmak Cronenberg'in önceki filmlerinde de hikâyenin seyirciyi imgelerle baş başa bırakmak için bahane olduğunu düşünmüşümdür. Resim sanatıyla kurduğumuz ilişkiye götürmek ister bizi Hiç kuşkusuz filmlerindeki fikirler, alt metinler güçlüdür; anlattığı hikâyeler her zaman ilgiye değerdir ama asıl derdi bizi üç boyutlu hareket eden resimlerin içine dahil etmek gibi gelir bana hep. Resim sanatı ve sinemanın aynı anadan doğan iki kardeş olduğu gerçeğini bize sürekli hatırlatan yönetmenlerden biridir. Sözgelimi, Saul Tenser (Viggo Mortensen) ve Caprice'in (Lea Seydoux) ilk kez karşımıza çıktığı sahneyi düşünelim. Sahnenin açılışında, ayaklarından tavana asılı dev bir böcek gördüğümüzü sanıyoruz. Kamera yaklaştığında dev böceğin ters dönmüş kabuğunun içinde yatan Saul'u fark ediyoruz. Sonra bunun LifeSoftWare adlı şirket tarafından geliştirilmiş bilgisayarlı analog bir yatak olduğunu anlıyoruz. Aynı şirketin canlı organizmaları, hatta uzaylı yaratıkları akla getiren başka icatları da var ve hiçbirisi 21. Yüzyıl'dan aşina olduğumuz dijital cihazlara benzemiyor. Buna karşılık, filmin hikâyesini şekillendiren ileri teknolojinin izlerini veya esin kaynaklarını 21. Yüzyıl'da bulmamız mümkün. Cronenberg'in bilim insanlarının laboratuvarda organ geliştirmek için yaptığı deneyler ve robotlar tarafından gerçekleştirilen ameliyat çalışmalarından esinlendiğini düşünebiliriz. Ama her ikisi de filmde çok farklı nitelikler kazanmış durumdalar. Cronenberg'in hayal ettiği dünyada Saul gibi bazı insanlar laboratuvarda değil ama kendi bedenlerinde organ yetiştirebiliyorlar. Sindirim zorluğu başta olmak üzere bunun bazı olumsuz yan etkileri var. Yasal olarak yeni organlarını bedenlerinde tutma izinleri yok. Yetişen organları önce bildirmeleri sonra aldırmaları gerekiyor. Organların bedenlerden çıkarılması ise şov haline gelmiş durumda. Cronenberg'in burada kendi bedenlerini temel alan performans sanatçılarından esinlendiği kesin. Sark adlı uzaktan kumandalı bilgisayarlı otopsi cihazının metal neşterlerinin eski travma cerrahı yeni performans sanatçısı Caprice'in ellerinde birer resim fırçasına dönüştüğüne tanık oluyoruz. Caprice'in tuvali ise Saul'un iç organları Ayrıca deri üzerine yapılan dövmelerin yerini iç organlara yapılan dövmeler almış durumda. Saul ve Caprice'in tüm bu işlemler sırasında yaşadıkları duyusal deneyim ise 'yeni seks' olarak adlandırılıyor. Çünkü ikisi de haz alıyorlar. Hazzın kökeninde ne olduğu sorusunun yanıtı bize bırakılıyor. Cronenberg'in kesip biçmeye, ete, kana ve iç organlara kadar uzanan ikili bir mahremiyet deneyimine dikkatimizi çektiği belli. Yani, cinsel haz dahil çok şeyin bedenden giderek uzaklaştığı, fiziksel niteliğini kaybettiği, dijitalleştiği, sanallaştığı günümüz dünyasının tam tersine bir eğilim koyuyor önümüze. Tam da burada, Cronenberg'in insanların çağdaş dünyada bedensel olarak birbirlerinden kopmaları üzerine, tersinden giderek kafa yormak istediğini düşünebiliriz. Cronenberg'in 'Müstakbel Suçlar'ı pandemi döneminin hemen ardından çekmesi herhalde tesadüf değil. Fiziksel olarak birbirimizden uzaklaştığımız, el sıkışmaktan kaçındığımız, virüslerden korunmak için kişisel hijyeni zirveye çıkardığımız bir dönemin hemen ardından seyrettiğimiz filmde insanlar artık neredeyse el yıkamaktan bile vazgeçmiş durumdalar. Çünkü filmin geçtiği dünyada tüm enfeksiyonlar tarihe karışmış ve fiziksel acı, sadece Saul gibi bazı 'şanslı insanlar'ın uyurken ve yemek yerken yaşadığı bir deneyime dönüşmüş durumda. Caprice kendisini neşterlerle delik deşik ederken ise Saul acı çekmiyor; tam tersine haz alıyor. Filmin geçtiği dünyada devlet tüm bu gelişmeleri, alınan yasal önlemlerin yanı sıra yeni kurulan bürokratik birimler, polisler ve muhbirlerle yakından izliyor. Çünkü bedenlerde yetiştirilen organların ameliyatla alınmadığı takdirde genetik değişimle sonraki kuşakları etkileyebileceğinden endişe ediliyor. Dolayısıyla, ameliyatın yeni seks haline geldiği bu tuhaf dünyada insanın biyolojik evrimi de yeni bir isyan formu olup çıkıyor. Cronenberg'in burada genetik mühendisliğinin gelecekte varabileceği uç noktaları tahayyül etmenin ötesinde evrimle başka varlıklara dönüşme korkumuzu deşifre etmeye çalıştığı söylenebilir. Plastik ve insan ilişkisi üzerinden çevre kirliliği ile evrim arasında da tuhaf bağlar kuruyor. Enfeksiyonsuz, ağrısız hayat ve evrimle gelecek değişim dahil filmde konu edilen çoğu şeyin bugünün gerçekliğinden çok kopuk olduğunu düşünebiliriz. Cronenberg'in de böyle düşünmemizi teşvik etmek için filmin görsel atmosferini günümüzden uzak, yadırgatıcı bir dekor üzerinden kurmak istediğini görüyoruz. Mesela, bir sahnede 1990'ların başındaki o büyük mobil telefonlara benzer bir cihaz çıkıyor karşımıza. İnsan biyolojisindeki değişimler dışında teknoloji sanki hiçbir alanda ilerlememiş gibi. Tabi, burada önemli olan, Cronenberg'in resim tadı veren kadrajları. İlk çerçevesi hariç genelde az ışıklı loş iç mekânlarda geçen bir film seyrediyoruz. 'Müstakbel Suçlar', bana bütün olarak Rembrandt'ın 'Anatomi Sınıfı' adlı meşhur tablosunu düşündürdü. O tabloda insan bedenine yönelik