Bir modernleşme trajedisi: 'Cici'

(UYARI: Yazıdaki bazı yorumlar, hikâyenin gelişimi ve finalle ilgili bazı ipuçları içerir.) Berkun Oya, 2020'de yazıp yönettiği 'Bir Başkadır' ile 'dijital dönem'in çok konuşulan, tartışılan yerli dizilerinden birine imza atmıştı. Netflix içeriğine geçtiğimiz hafta dahil olan 'Cici'nin şimdiden seyircileri ikiye böldüğünü gözlemliyoruz. Beğenip beğenmemenin ötesinde benim için kesin olan nokta, 'Cici'nin senaryosu ve yönetmenliğiyle yerli melodram geleneklerinin dışında kalan bir film olması Berkun Oya, 'Cici'de seyirciyi gözlemci konumuna yerleştiren serinkanlı ve mesafeli anlatımı tercih ediyor. Harekete geçse de gözlemci konumundan vazgeçmeyen bir kamera kullanıyor. Ama karakterlerin iç dünyalarını, arzularını, duygusal karmaşalarını yakalamakta zorlanmayan bir kamera bu... Resimler özenli ama yönetmenin biçim gösterisi yapmak gibi bir derdi yok. Filmde karakterlerin dinlediği, söylediği şarkılar ve televizyon yayınından gelenler dışında müzik kullanılmıyor. Filmin ilk yarım saatinde bize gelecek zamandan çok kısa anlar sunmak gibi montaj oyunlarına başvursa da üslup hiçbir zaman hikâyenin, daha doğrusu karakterlerin önüne geçmiyor. 'Cici'de bizi karakterler ve onların iç dünyasıyla baş başa bırakmak isteyen bir yönetmen var. Mesela açılış sahnesinde, TRT yapımı hemşire belgeseli, bizi direkt olarak Havva'nın (Funda Eryiğit) iç dünyasına götürüyor. Hemşirelik, Havva için kendi hayatının sınırlarının dışına taşan güçlü bir özlem. Öykü için anahtar niteliği taşıyan ilk bölümdeki 'sofra sahnesi'nde Havva'nın, kızı Saliha'nın (Çağla Naz Kargı) hemşire olmasını istediğini öğreniyoruz. Oysa eşi Bekir (Yılmaz Erdoğan), bu fikre karşı. Ayrıca hastanede Bekir'in başında beklerken Havva'nın hareketlerini dikkatle gözlemlediği hemşireyi unutmamak gerekiyor. Filmin ilerleyen bölümlerinde gördüğümüz bu sahne, Havva'nın 'gizemli oyuncağı'nın sırrını anlamamızı da sağlıyor. Final, yine ekrana ve hemşirelik hayaline bağlanıyor. Bekir'in iç dünyasına da yine dönemin TRT ekranında seyrettiğimiz bir Özay Gönlüm kaydıyla geçiyoruz. Özay Gönlüm, çocukluğumuzda Anadolu folklorunu, türküleri ve kırsal kesim kültürünü temsil eden ikonik bir isimdi. Bekir'in köyden Almanya'ya ve oradan yeniden kırsal kesime uzanan geçmiş öyküsünde 'Anadolu'nun bağrı'na dönme arzusu çok açık... Film ilerledikçe, Almanya'daki ırkçılık nedeniyle memlekete döndüğünü; kazandığı parayla şehre yerleşmek yerine köyün dışında çiftlik satın aldığını tahmin ediyoruz. Özay Gönlüm'ün türküsü eşliğinde neşe içinde oynarken hayallerinin çoğuna ulaşmış bir adam gibi görünüyor. Ama gerçekleştirdiği 'Anadolu rüyası'nın eşi ve büyük oğlu Kadir için çok şey ifade etmediğini umursamıyor. Çocukların Ankara'da yüksek okula gitmesini isteyen Havva'ya 'Onlar okuyup giderse burada kim çalışacak, bize kim bakacak' diye soruyor. O noktada, Havva ile Bekir'in tam olarak birbirlerinden nerede koptuğunu kestirebiliyoruz. Bekir'in, kendisiyle sevişmeyen Havva'ya 'Beni kasabaya gitmek zorunda bırakma' diye uyardığı, onu 'insaniyet namına dövmediği' için kendisiyle övündüğü ve kapıyı kilitlediği yatak odası sahnesini de not etmek gerekiyor. Oğlu Kadir'e (Artun Can Salman) olan davranışlarında da babalık konusundaki yetersizliğine tanık oluyoruz. Oysa ilişkilerini derinleştirebilecek önemli bir ortak noktaları var. İkisi de kameraları çok seviyorlar. Bekir, hemşerisine Almanya'dan video kamera getirtecek kadar tutkulu bir amatör ama Kadir'in kullanmasına izin vermiyor. Hikâyenin dramatik düğümü, baba oğul arasındaki bir olayla geliyor. Yetim Cemil, 'Ayağında Kundura' türküsünü söylerken başlıyor her şey. Bekir, Kadir yaşındaki çocuk için doğal karşılanması gereken kıskançlık gösterisine gereğinden büyük tepki veriyor. Tepkisinin kökeninde Cemil ile kendi çocukluğu arasında kurduğu bağ ve Kadir'e vermek istediği ahlak dersi var. Ama verdiği ceza küçük düşürmeye dayanıyor. Üstelik kamerayla cezayı kaydetmesi, aşağılamayı ikiye katlıyor. 'Cici'nin günümüzde geçen ikinci bölümüne, film yönetmeni Kadir'in (Okan Yalabık) setteki profesyonel dijital kamerasından gelen görüntüyle geçtiğimiz anda, aile içinde geçmişle hesaplaşmanın henüz bitmediğini görüyor; hatta aynı yönteme, yani 'filme çekerek cezalandırma'ya tanık oluyoruz. 'Cici' hikâye kurgusu itibarıyla geçmişle gelecek arasında gidip geliyor. Berkun Oya, ailenin hayatında dönüm noktası olan ölümle ilgili sorunun yanıtını bizden gizlemek için pek uğraşmıyor. En başından olayın arkasında kimin olduğunu seziyor ve hikâyenin nereye varacağını tahmin edebiliyoruz. Zaten 'Cici'yi seyrederken asıl ilgi çekici olan, olay örgüsünden ziyade geçip giden yılların ardından karakterlerin geçmişle kurduğu ilişkileri gözlemlemek Çiftlik evinde 30 yılı aşkın bir süre sonra yeniden karşımıza çıktıklarında 'Aradaki dönemi nasıl geçirdikleri' sorusunun yanıtını aramak Değişen ve değişmeyen yanlarını görmek ve her birinin içindeki mutsuzluğun, acının keşfine çıkmak 'Cici'nin klasik yerli melodramdan ayrıldığı noktalardan biri, bize tüm yanıtları vermemesi İyi ile kötüyü ayrıştırmayan bir film seyrediyoruz. Sözgelimi, Bekir filmin kötü kalpli adamı olarak çizilmiyor. Sorunu, Havva'yı ve Kadir'i anlamaktan aciz olması, kendini hep doğruyu yapan biri olarak görmesi. 'Hikâye çocuklarını şehirde okutma yanlısı anne ile kırsal kesimde kökleşme yanlısı baba' arasındaki çatışma kadar, cezalandırmadaki orantısızlıkla ilgili Babasıyla yazıp yönettiği film üzerinden hesaplaşmak isterken Kadir de ölçüyü kaçırdığının farkında değil. Kendini mağdur olarak gösterdiği belli. Yaz günü çektiği filmine dijital efektle kar eklemesi dikkat çekici. Annesi Havva (Nur Sürer) ve Cemil'i (Olgun Şimşek) filminde amatör oyuncu olarak yönetirken her ikisine karşı gösterdiği duyarsızlık üzücü Ama içlerinde geçmişle yüzleşmeyi en ağır şekilde yaşayan evlat da o Ayrıca son bölümde baba ocağına takılı kalmış halini unutmamak gerekiyor. Hatta o noktada babanın manevi vasiyetine sahiplendiği dahi söylenebilir. Filmin ikinci yarısında bizi en çok, babasının gözdesi, sevimli Yusuf'un dönüştüğü o agresif, hiperaktif ve huzursuz yetişkini (Fatih Artman) görmek üzüyor. Ama çocukken yaşadığı şoku ve babasız kaldığı yaşı düşündüğümüzde, neden en çok onun mutsuz olduğunu anlamak zor değil. Daha farklı koşullarda babadan kalma düzeni sürdürmek isteyecek erkek evlat olabilecekken, çiftliğin hemen satılmasını istemesi düşündürücü. Belli ki Yusuf içlerinde en ağır hasarı almış çocuk. Asıl kurban, Kadir değil Yusuf aslında Çünkü Kadir'in bir şekilde doğru yolu bulacak iç pusulası olduğunu hissediyoruz. Yusuf'ta o da yok Eşinin (İncinur Daşdemir) gerilim anlarında çaresizlikle dolu yüz ifadeleri ve kardeşleri karşısında duyduğu utanç, Yusuf'un umutsuz vaka olduğunun göstergeleri. Yusuf'un hali, Havva'nın belki en büyük başarısızlığı Saliha (Ayça Bingöl), içlerinde en olgunu; süreci en zararsız atlatmış gibi görünen evlat Ayrıca abla olarak alternatif bir anne ve aile içinde denge unsuru olmayı sürdürüyor. Yetim Cemil'e baktığımızda ise Bekir'in Almanya'ya gidememiş, para kazanıp kendi çiftliğini kuramamış ama memleketinden kopmamış halini görüyoruz. Hatta, Bekir'e öz evlatlarından daha çok benzediğini dahi söyleyebiliriz. Bekir yaşasaydı,