Bir daha asla

'Arjantin, 1985'i (Argentina, 1985) seyrederken filmin konu aldığı hukuki süreci o yıllarda Türkiye'den takip ettiğimiz günleri hatırladım. Demokrasiye geçen Arjantin, 1976-1983 arasında ülkeyi yöneten cuntayı yargılıyordu. Bizim içinse sadece bir hayaldi bu Üniversite öğrencisiydim ve o yaşıma kadar iki askeri darbe görmüştüm. Resmi olarak 1983'te demokrasiye geçilmişti ama ülke darbecileri yargılama fikrine çok uzaktı. Gerçi yıllar sonra yargılandılar ama darbecilerin yargı karşısına çıkarılmadığı süreçte işkence vakaları, yargısız infazlar ve kayıp vakalarının ardı arkası hiç kesilmedi. Özetle, filmi seyrederken 1985'te Arjantin'de verilen hukuk mücadelesinin anlam ve önemini en iyi anlayacak ülkelerden biri olduğumuzu düşündüm. Çünkü geciktik ve bedelini ödedik. Arjantin ise 'Bir daha asla' (Nunca mas) sloganıyla işkencelerin, adaletsizliklerin, kayıpların ve yargısız infazların hesabını sormayı bildi. Doğru hamleleri yapmakta neden bu kadar geciktiğimiz konusunda kuşkusuz birçok fikrim var. Ama Arjantin ile Türkiye'yi karşılaştırmayı tarihçilere, politikacılara ve işin uzmanlarına bırakmak en doğrusu... Kaldı ki, birkaç paragrafa sığmayacak uzun ve çetrefilli bir konu bu Buna karşılık, 'Gerçek anlamda demokrasiye geçişin ne olduğunu ve ne ifade ettiğini' anlamak için herkese 'Arjantin, 1985' filmini öneririm. Adı bir belgeseli çağrıştırsa da 'Arjantin, 1985' insan hikâyelerine odaklanıyor. Ülkenin 'tarihi kırılma anları'ndan birini insanların gözünden anlatıyor. Yönetmen Santiago Mitre, senaryosunu Mariano Llinas ile yazdığı filmin başında, önce ülkede gelinen durumu özetliyor. Askeri mahkeme cuntayı yargılamaya yanaşmayınca iş sivil mahkemelere kalıyor. Bağımsız yargı sürecindeki 'anahtar makam' olma görevi ise savcı Julio Cesar Strassera'ya (Ricardo Darin) düşüyor. Film yağmurlu bir Buenos Aires akşamında Strassera'nın eve gelişiyle açılıyor. Otomobilin ön camından gördüğümüz, yağmurdan kaçıp evine giden sıradan insanlardan biri o da... Otomobilini park edip dairesine çıktığında, 12-13 yaşındaki oğlu Javier (Santiago Armas Estevarena) ile kızı Veronica'nın (Gina Mastronicola) yeni sevgilisinin 'köstebek' olup olmadığını konuşuyorlar. Ülkenin önde gelen savcılarından birinin derin devlet tarafından izlenme endişesi, Arjantin'in henüz tam anlamıyla demokrasiye geçmediğinin, geçemediğinin ilk açık göstergelerinden biri olarak çıkıyor karşımıza. 'Arjantin, 1985', darbecileri yargılamadığınız sürece o ülkedeki darbeci ruhu asla yok edemeyeceğinizin örnekleriyle dolu... Strassera'nın filmin ortalarındaki bir sahnede tanıklardan biriyle konuşurken yardımcısına 'Bu adamlar özgürken kimseyi koruyamayız' dediği sahneyi akılda tutmak gerek. Sorun, sadece cunta üyelerinin kendilerini yargının üstünde görmeleri değil. Cuntanın liderliğinde insanlık dışı suçları işlemiş insanların kendilerini hâlâ güvende, rahat hissetmelerinde Tüm bunların farkında olan Strassera da tek başına hareket edip dava açmakta isteksiz davranıyor. Hükümetten Bruzzo adlı kişiyle yaptığı görüşmelerde sindirilmiş bir toplumda yalnız başına hareket etmek istemediğini özellikle belirtiyor. Çünkü cuntanın hâlâ güçlü olduğunun farkında. Eşi Silvia'nın (Alejandra Flechner) verdiği desteğe rağmen iki çocuk sahibi baba olarak geleceğinden endişe ediyor ve hükümete güvenmiyor; onların ipiyle kuyuya inmek istemiyor. Ama yargıçların dosyayı kendisine göndermesiyle birlikte Strassera, işine dört elle sarılıyor; hedefine kilitleniyor. Adalet mekanizması çalışmaya başladığında, sorumluluktan asla kaçmayacağını ve sonuna kadar gideceğini anlıyoruz. İşte o zaman, neden o makama getirildiği ve lakabının neden 'Deli' olduğu ortaya çıkıyor. Yargıçlar kurulundaki toplantıda Strassera'nın kilit noktada durduğunu daha net olarak anladığımız bir sahne var. Yargıçlar 'Bizim üstümüze düşen davayı açmak. Kanıt bulmak ise savcılığın işi' diyorlar. Sonuçta, Strassera yeterli kanıtları sunamazsa, yargıçların cuntayı beraat ettirmekten başka çaresi kalmayacağını biliyoruz. Tehditlere hiç aldırış etmeden işe koyulan Strassera, hükümetin atayacağı kişilerle çalışmak istemediğini en baştan söylüyor. Dertlerini tiyatrocu bir arkadaşıyla paylaşıyor; sadece ondan fikir alıyor. Çünkü kendisini korumaya gelen polisler dahil hiç kimseye güvenmiyor. Dolayısıyla, cuntayla yıllarca iş birliği yapan polis teşkilatını kanıt toplama işinde en başından devre dışı bırakıyor. Ama adalet kurumları içindeki cunta yanlılarını elediğinde, birlikte iş yapacak çok fazla kişi kalmadığını da keşfediyor. Kendi kuşağından güvendiği mesai arkadaşları sorumluluk almak istemediğinde, yeni savcı yardımcısı olarak atanan genç Luis Moreno Ocampo (Peter Lanzani) ile çalışmaktan başka çaresi kalmıyor. Amcası asker olan, cunta destekçisi bir aileden gelen Ocampo'ya başta hiç güvenmiyor. Ama Ocampo'nun gençlerle çalışma önerisinin en mantıklı çözüm olduğunu kabul ediyor. Daha önemlisi, Ocampo'nun hukukun üstünlüğü ilkesine olan bağlılığını gördükçe ona daha çok güveniyor. Yönetmen Santiago Mitre'nin film boyunca en çok altını çizdiği noktalardan biri hukukun üstünlüğü meselesi Film bittiğinde net olarak anladığımız şey şu: Bir ülkedeki insanlar, hangi siyasi görüşten olursa olsun, rejim muhaliflerinin demokratik haklarını savunmaz ve hukukun üstünlüğünden yana tavır koymazsa, o ülkenin darbelerden, cuntalardan, faşizmden, otoriter rejimlerden kurtulup gerçek bir demokrasiye kavuşması mümkün olmaz. Ocampo'nun asker sempatizanı annesinin filmin anahtar kişiliği olması tesadüf değil. Cunta döneminde inanılmaz işkenceler gören mağdurlar, kurbanlar o mahkemeye çıkıp ifade vermeseler belki Arjantin'de