Uluslararası Denklemde PKK

11 Eylül 2001'de ABD'de gerçekleşen El-Kaide saldırısının faturası önce Afganistan'a sonra Irak'a çıkarıldı. Küresel sisteme itirazları olan dolarizasyona karşı euro tercih eden Saddam'a saldırı için bahane arayan ABD Başkanı Bush, El-Kaide saldırısını fırsat bilmişti. Hazırlık sürecinde bölgedeki partner arayışı süren ABD yetkilileri PKK ile temasa geçti. 21 Ocak 2002 tarihinde PKK Başkanlık Konseyinden, ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen bir yazı görüşmenin ayrıntılarını ve mutabakatı içeriyordu. Pentagon, CIA yetkilileri ve PKK temsilcisi Mustafa Karasu arasında yapılan görüşmede ABD, bölgedeki yeni konsept için PKK'yı yokluyor ve bölgedeki dönüşüm için sahada kullanılacağını ifade ediyordu. PKK görüşmelerin ardından ABD Dışişleri Bakanlığı'na yolladığı mektupta "Türkiye rejimi aşılmalı. ABD'nin Irak'a müdahalesi bu rejimlerin aşılmasına imkân verecek. Bölgede demokratikleşmenin önü açılmalıdır. Bu konuda PKK'nın, ABD ve AB ile her alanda iş birliği yapacağını" bildiriyor. Bölgede olup bitenler karşısında iç siyasetteki kırılganlıklar Ankara'yı güçsüz kılıyordu. 1. Körfez Savaşında Başbakan Y. Akbulut partisinin başında emanetçi gibiydi ve diken üstündeydi. Rakibi Mesut Yılmaz kongre çalışmaları yürütüyordu. 2. Irak işgalinde ise George W. Bush işgal hazırlıkları yaparken Merhum Ecevit koalisyon başbakanıydı, partisinde çeşitli tezgahlarla karşı karşıyaydı ve Beyaz Saray'daki görüşmede hafızlardan silinmeyecek o 'halsiz' fotoğrafı vermişti. Erdoğan dönemi ise sancılı bir süreçti. Yasaklı liderin Başbakanlığa giden yolu zahmetliydi. Ancak 2007'de dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner'in konuşması ipucu veriyordu. Siyasi irade bölgedeki dönüşümü ve küresel gelişmeleri Ankara'dan okumakta kararlıydı. ABD ve AB ülkelerinin bölgemizdeki terör örgütlerine olan ilgisi sorunların çözümünde yeni yöntemleri gündeme getirdi. Terörün bitirilmesi ve sorunların çözümü için Oslo süreci denilen görüşmelere karar verilmişti. O günlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dönemin Devlet Bakanı Beşir Atalay sürecin önemli aktörleriydi. Siyasi sorumluluğu ise Başbakan Erdoğan'daydı. Bugünlerde pek kimse sahip çıkmasa da, atılan adımlar eleştirilse de bugünden bakınca Türk Devletinin çabasının şeffaf ve yerinde olduğunu söyleyebiliriz. O günlerde sürecin hiçbir tarafında olmasam da arşivime birçok haber ve analiz girmiş. Muhatap olarak yalnızca PKK'nın ve siyasi temsilcilerinin alınması, diğer aktörlerin kenarda bırakılması birçok eleştiri aldı. 12 Eylül sonrası yeşertilen örgütün hem devlet içinde hem de uluslararası sistemde uzantıları vardı. PKK'nın son bulmasını istemeyenlerin başında örgütün kurucu kadrosu, Kandil, Avrupa teşkilatı, ABD, AB içindeki hamiler var. Evet, Erdoğan çözüm sürecinde istediği sonuca ulaşamadı ancak buna en çok direnç gösteren yukarıda saydığımız terör baronları oldu. Kürt halkından yeni bir ulus yaratmak isteyen terör baronları imkansızı isteyerek kanla beslenmeyi tercih ettiler. Süreç içinde siyasi temsilciler Kandil'den aldıkları talimatla silahlanmaya ve hendeklerde birçok gencin ölümüne sebep oldular. Belediyelerin terörle ilişkisi ve Hendek terörü süreci bitirdi. Halktan desteği kesilen siyasi kanat ise yalan siyasetiyle Erdoğan'a kin kustu. Türkiye maalesef 12 Eylül'ün gölgesinde Ceberut Devlet'ti. 2000'lerde ise Erdoğan Devlet Baba'dan Devlet Ana'ya geçişi sağlamıştı. Bu süreçte birçok demokratik adım atılmıştı. İmralı Notları'ndaki ifadelere baktığımızda Öcalan'ın çözüm istemediği ve yokuşa sürdüğü bariz. Yalnızca egosu ve hastalıklı ruhuyla kendisini merkeze alan terörist başı uluslararası sistemdeki yerini korumak, bölgedeki kanlı planlara gençleri vermek için kendisinden farklı düşünen yüzlerce Kürdün katili olmakla meşguldü. İmralı'daki görüşmelerde Fethullah Gülen'e selam yollayan, Osman Kavala'nın selamını alan Öcalan'ın uluslararası sistemdeki yeri açık ve net. Çözüm sürecinde Erdoğan'ı ve Ankara'yı ikna edemeyeceğini bilen Öcalan