"Gece kadar karanlık, okyanus kadar derin..."

"Şeytan en çok tövbe etmiş insanla uğraşır. Çünkü kaybettiği bir askerini, tekrar kazanmak ister." (Dostoyevski)Tanpınar'ın kastı bu değildi belki. Lakin, zamana daldım, kayboldum.. Bulunmak istemedim. An'a dönmek cesaret istiyor. Lakin mısra ortada: "Ne içindeyim zamanın, ne büsbütün dışında." An'ın içinde olmak.. olanı biteni O büyük güce bırakmak.. Önceleri zor oluyor bu kendini bırakış. Debelenesi, çırpınası geliyor insanın. Sonra fıtratın bilgisi kendiliğinden öğretiveriyor bütünün parçası olduğunu insana. Yürekli oluşumdan değil cesaretim, burada olmadığımdan. Bu dünyada olmadığım anlarda, buranın endişelerini de, sevinçlerini de tanımıyorum. Hudutlarım kalkıyor ortadan. Kuş ne güzel uçuyorsa, ölüm de o kadar sıradan. Hafız-ı Şirazî, "Başkasının günahını sana yazmayacaklar" diye uyarmıştı ama; dostları anla(ya)mıyorum. Dostların her biri bir şey söylüyor ama, duyamuyorum. Dostlukların ve sevdaların arasına ayrılıklar düşmesindi bir kere. Fournier haklı: "Sağır oldum, insanların söylediklerini duyamıyorum. Kulaklarıma işitme cihazı taktılar ama, hâlâ duymuyorum. Normal aslında bu durum; çünkü bana bir şey söyleyen yok." Gözler de öyle. Bu dünyanın önünde bir katarakt var.. gözlerim bulutlu bakıyorsa ondan. Geçişi arıyorum, başka kapıdan başka âlemlere.. Yüreğimse efendim, bütün yürekler gibi acıyla dolu. Korku ve tövbe, ümit ve aşk... Hira: Arayış, yanış ve bekleyiş.. Bir saat öncenin, bir saat sonranın farkı yok uzun zamandır. Önceleri boğuyordu. Şimdilerde değişti. Bitmesin istediğim bir haz duyar oldum bu belirsizlikten. Yavaşladım. Kafamın içinde sadeleşir oldu köşe kapmacalar. Elendi, silkelendi düşünceler... Adını koymuyorum henüz. Yeni bir varoluşun içindeyim, hissediyorum. Müdahale edebileceğim alanlar var; ama akışa teslimiyeti tercih ediyorum. Müdahil olmadan dahil olmak denir mi buna bilmem; fakat yaptığım sadece bu. Korku ve şükür arasında ilerliyorum. Bir filme bakar