İmanlı istikamet

İstikamet, Rabbimizin "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hûd, 11112) emrine uygun bir ömür geçirmektir.İman ise, İşaratü'l-İcaz tefsirinde şöyle tarif edilmiştir: "İman, Sa'd-ı Taftazanî'nin tefsirine göre; 'Cenâb-ı Hakk'ın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur' denilmiştir. Öyleyse, iman, Şems-i Ezelî'den vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın iç yüzünü tamamıyla ışıklandırır." Asr-ı Saadet'te bir sahabe, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e gelip; "Ya Resûlullah! Bana İslam hakkında öyle bir şey söyle ki bu konuda başka hiç kimseye soru sorma ihtiyacı hissetmeyeyim." dedi. Allah Resulü (s.a.v) ona şöyle dedi: "'Allah'a iman ettim' de, sonra da istikamet üzere ol." Ahsen-i takvim suretinde yaratılan insan, bütün mevcudatın halifesi olarak tavsif edilmiştir. Ve Cenab-ı Hak tarafından kendine muhatap kabul etmiştir. İnsanın istikamet üzere gidebilmesi için de onu akıl, şuur ve cüz'î irade vb. lâtifelerle donatmıştır. Yol gösterici olarak da toplumlara peygamberler ve kitaplar göndermiştir. İşte bu yol imanlı istikamet diyebileceğimiz sırat-ı müstakimdir. Sırat-ı müstakim hem şecaatin hem iffetin hem de hikmetin birleşmesinden meydana gelir ve adaletli olmak, hak üzere olmak ve doğru münasebetlerde bulunmak, ibadette ihlâslı olmak bunun gereğidir. İman; Cenab-ı Hakk'ın biz insanların vicdanına hediye olarak verilen bir şua, bir nur olarak kabul edilebilir. Çünkü insan iman ile eşyanın hakikatini görür, mevcudata mana-ı harfîyle bakarak eşyanın hakikatini keşfeder ve eşyayı değil onu yaratanı bizzat görerek imanın