Batı, Türkiye'nin Hangi Endişelerini Dikkate Alacak

Son dönemde NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in Türkiye'yle alakalı açıklama yaparken en çok kullandığı vurgu hiç şüphesiz "Türkiye'nin endişelerini dikkate almalıyız" cümlesinde kendisini gösteriyor. Bugün (28 Haziran'da) Madrid'de başlayacak NATO Zirvesi'nde Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın üyelik müracaatlarını veto etmemesi için Stoltenberg'in taraflar arasında son derece yoğun bir mekik diplomasisi yürüttüğü görülüyor. Rusya ve Çin bloğuna karşı NATO'yu güçlendirmek, Avrupa-Atlantik bölgesinde statükoyu tahkim etmek, NATO ve AB içindeki çatlak sesleri bastırmak üzere tasarlanan ilerlemenin olabilmesi bu noktada Türkiye'nin tavrına bağlı gözüküyor. NATO Zirvesi'ne saatler kala İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde de Stoltenberg'den gelen çağrıya uyarak "Türkiye'nin terör konusundaki endişelerini çok ciddiye alıyoruz" açıklamasını yapıyordu. Peki, bu "çok ciddiye alma" söylemine dair hangi somut adımlar, ne tür yazılı taahhütler var diye bakacak olursak ne görüyoruz Ann Linde'nin "finale beş kala" söylediği sözler o kadar müphem ve afaki ki İsveç devleti namına söylediği sözlerin Baltık bölgesinin riyakârlığını ve fırsatçılığını tescil ettiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'in mekik diplomasisinin ne derece işe yaradığını Ann Linde'nin beyanlarından okuyalım: "Türkiye ile birbirimizi savunacağımız bir askeri ittifaka girersek ona göre karar verilir. İleriye dönük somut adımlar atmamız için de fırsatlar var." Türkiye'nin karar değiştirmesi için hiçbir gerekçe yok ve yakın vadede olumlu manada pozisyon değiştirmesini gerektirecek işaretler görünmüyor ufukta. Bu noktada MSB Hulusi Akar'ın "bencillik ve mantık katliamı" vurgusuyla İsveç ve Finlandiya'nın üyeliklerine Türkiye'nin onay vermeyeceğine ilişkin beyanlarının sonuna kadar sürdürülmesi gerekir. Ukrayna'ya yönelik Rusya'nın yıkım ve katliamlarının alt üst ettiği dengelere sadece İsveç ve Finlandiya'nın telaş ve hevesle NATO'ya girme yönündeki adımları üzerinden bakmak eksik hatta çarpık olur. Zaten Türkiye'nin kavgası görünüşte İsveç ve Finlandiya'yla gözüküyor. Bu iki ülkenin Türkiye'nin aleyhine oluşturulan terör dalgasına katkıları diğer NATO üyeleri ve AB üyeleriyle kıyaslandığında devede kulak kalır esasen. Fakat NATO'ya üyelikleri Türkiye tarafından bloke edilen iki Baltık ülkesi üzerinden esasen perde arkasında Amerika marifetiyle Suriye ve Irak'ta koordine ve tahkim edilen garnizon devlet çalışmalarını tasfiye etmeye matuf adımların akıbeti üzerine mücadele ediliyor. Bu bağlamda Suriye'nin kuzey bölgesine, Fırat'ın doğusuna yönelik birçok kez tekrarlanan askeri harekâtın halen gerçekleştirilmemiş olmasına dair kamuoyunda bazı sorular ve şüpheler belirmektedir. Çünkü Amerika ve NATO bir taraftan Yunanistan'ı muazzam bir askeri teknolojiyle Ege ve Akdeniz'de Türkiye'ye karşı donatıp kışkırtırken diğer taraftan ne F-35 projesinde Türkiye'nin yeri müzakere ediliyor ne F-16 satışı ve modernizasyon kitlerine dair somut bir ilerleme kat ediliyor ne de açık-örtülü ambargo ve yaptırım kararları yürürlükten kaldırılıyor. Amerika ve NATO-AB herhangi bir somut adım atmaksızın hem Türkiye'yi yamacında tutmak hem de örneğin Rusya ve Çin gibi devletlerden uzak tutmaya matuf çirkin bir oyalama-aldatma stratejisi yürütüyor. Zamana oynayarak Türkiye'yi zayıflatma, Batı'nın elini güçlendirme, sahada Türkiye'yi doğrudan ve yeniden İran ve Rusya'yla daha kapsamlı bir çatışmaya sürükleyecek iklim oluşturma, ekonomik krizi fırsata çevirip askeri harekâtı gündemden düşürme