Sonsuzluk ve bir ömür

Ellerini aldı. Avcuna. Tam tamına kırk yıldır özlediği, hasretiyle yandığı, belki geceler boyu bir kez daha tutabilmek için düşünü kurduğu eller, bu eller miydi Şairin "yıllar yirmi yıl açmış arayı" dediği yeri ikiye katlamışlardı. Birbirlerini uzaktan görmek dışında ne bir söz etmişlerdi ne bir kelam Hayır, anlatamadım. Anlatamadım çünkü insanın yıkılıp kaldığı, yığılıp düştüğü, bitip tükendiği yeri bilmeyene anlatılacak şey değil bu. Bir Bergen şarkısında kaybolup gitmekle başlayan, çoluğa çocuğa, toruna torbaya karışsan da içinin bir yerinin harını almış ateşe yeni atılmış ciğer gibi cızlamaya devam ettiği yer burası. İnsanın hikâyesini bilmezsen sana bunu anlatamam. Gecenin bir yarısında bir hastanenin onkoloji servisine hırsız gibi girip o elleri avcuna aldığında o yanma hissinin nasıl geçmediğini, o cızlamanın nasıl bitmediğini anlamayana anlatamam bunu. Kırk yıl geçmiş aradan. Şairin "yıllar yirmi yıl açmış arayı" dediği çaresizliğin iki katı. Şimdi elleri avcunda, şimdi gözleri gözünde ve şimdi konuşmaya, konuşup da bu eşsiz anın, bu sonsuz şimdinin büyüsünü bozmaya ikisinin de niyeti yok. Gözlerinden akan ikişer damla yaş yetiyor zaten olanı biteni hülasa etmeye. Konuşuyor zaten o gözyaşları. Hasta yatağının yanındaki sandalyeye tünemiş, bütün bir hayatını gözlerinin önünden geçirerek iki damla gözyaşı döken bu adamı benzetsem benzetsem bir dağa benzetebilirim. Ve hasta yatağında ölümü beklerken bütün acılarını bastıra bastıra yaşamayı çoktan öğrenmiş bu kadını da bir kuyuya. Bir dağın bir kuyuya aşkı. Yusuf'un olgunlaştığı kuyunun Musa'nın Rabbi ile konuştuğu dağa aşkı. Yusuf'un kuyusunun yanından geçen kervan o kadının kuyusunun yanından da geçeydi n'olurdu sanki Kervancıbaşı kuyuya doğru bakıp "çekin yukarıya, yazık, orada yaşanır mı" deyivereydi n'olurdu Taşrayı bilmezsiniz siz. Hiçbir kervancıbaşının umurunda değildir kuyuda kalakalmış çocuklar. Bir istisnası vardır kuyudan o çocuğu çıkarmasının. "İyi para verene satmak." İyi para verene sattığına köpekler gibi pişman olanını çok gördüm amma taşradaki kervancıbaşıların bir özelliği de pişmanlıklarını asla belli etmemeleridir. Çünkü onlar 'Tanrı' değillerse bile 'Tanrı'nın yeryüzündeki gölgeleridir ve pişman olduklarını belli ederek sıradan insanlarla eşitlenemezler. Kasketlerini ters çevirip gittikleri camilerde namaz kılarlarken bile koca şehirde Allah'a secde eden tek kişinin kendileri olduğunu düşünmek zorundadır onlar.