'Sözel' dünyada bir 'sayısalcı'

Hem yazıyorduk hem de "sayısalcı" idik. O hâlde yazı konusunda sayılarla bir şey yapılacaksa onu da biz yapardık, değil miAraştırmamı bitirip sıra makale yazmaya gelince rahmetli hocam Oktay Sinanoğlu, bana küçük bir broşür verdi. Başlığı, "Sis İndeksi" idi. Yazımızın sisini ölçüyordu. Yani, okuyucuyla anlam arasına girdiği düşünülen sisin yoğunluğunu. Makalemde; cümle başına kaç kelime var, uzun kelimelerde kaç hece var Bu sayılar büyüdükçe sis yoğunlaşıyor, okumak zorlaşıyordu. Sonuç sadece indeksten, yani bir sayıdan ibaret değildi. Beni anlayacak okuyucunun, hangi eğitim düzeyinde bulunması gerektiği de bildiriliyordu. Bu düzey ne kadar yüksekse ben o kadar kötü bir yazardım. Broşür, popüler Amerikan dergilerinin sis indeksinin, en çok 12. sınıf seviyesinde olduğunu söylüyordu.MÜREKKEP YALAMAK: DİZGİ, PROVA, MİZANPAJTabii o tarihlerde kişisel bilgisayar yok. Gerçi yüzbinlerce dolarlık, bir binaya ancak sığan makinelerde hesap yapıyordum ama bunlarla sis indeksi hesaplamayı düşünemedim. Keşke düşünse miydim Sonuçta tek tek cümleleri, cümlelerdeki kelimeleri ve kelimelerin hece sayısını elle sayıyor ve çıkan sonuca göre sisi düşürecek müdahaleler yapıyordum.Türkiye'ye döndükten sonra da yazı- baskı- matbaa işleriyle uğraştım. Bir yazının dergide, gazetede nereye sığacağını hesaplamak için kelimeleri elle sayardık. Yazı uzunsa, bir sayfasını sayar, sonra sayfa sayısıyla çarpardık. Daha pratik bir yol, yazıyı dizdirmek, sonra prova baskısını kesip yayınlanacağı boyda kâğıtlara yapıştırmaktı. Bunlarla uğraşmış kaç kişi kaldık acabaSonra IBM'in DisplayWrite makinesi çıktı. Büyücek bir buzdolabı hacmindeydi, yan yatmış bir buzdolabı... Fakat aman Allah'ım! Klavyesinden yazdıklarınızı tıkır tıkır sayfaya geçiriyor, geçirmekle kalmıyor, iki sihirli iş daha yapıyordu: 1) Satırları iki uçtan blokluyordu. Yani sayfanın sağındaki yazılar girintili- çıkıntılı durmuyor, disiplin içinde hizaya geliyorlardı. 2) Daktiloların yapamadığı bir işi başarıyor, dar harflere daha az yer, geniş harflere daha çok yer ayırıyordu. Mesela "m"nin genişliği, "i"ninkinin üç katıydı. Şu anda gördüğünüz harfler gibi. Bakın: iii, mmm. O güne kadar bu işleri sadece pahalı, Linotip, Entertip gibi makineler becerirdi. Onlar, bakır "matris"lere eritilmiş, sıcak kurşun- kalay alaşımı dökerek bu işi becerirdi. İşte şimdi, evimize bile alabileceğiniz bir seçenek karşımızdaydı. Ama paranız varsa tabiiZENGİN OLUP BİLGİSAYAR ALACAKTIMİşte tam o yıllarda kendimi Suudi Arabistan'da, bütçesi bol bir üniversitede buldum. Hem araştırmalarımı rahatça yapabileceğim dev bilgisayarlardan biri vardı hem de ilk kişisel bilgisayarımı alabileceğim param. Texas Instruments 4-A isimli bir makineyi hemen aldım. Yıl 1981.Çocukken seyrettiğim bir bilim kurgu filmindeki bilim adamının evinin bir duvarı, kara tahtaydı. Ona imrendim. Bu filmin ilhamıyla fakat biraz daha geniş hayallerle şunu hedef almıştım: O kadar zengin olacaktım ki evimde bilgisayar olacaktı. İşte şimdi vardı. O zamandan beri hep oldu, ama hâlâ zengin değilim. Yine de şükür.TÜRKÇE KONUŞAN İLK IBM XTAradan birkaç yıl geçti. Üniversitede açılan bir teknoloji sergisine gidip DisplayWrite'a benzer bir makine bakmaya başladım. Hem kendim ama daha çok yazar eşim için Satıcı beni uyardı. Bu makineler