Yüreğimin sızısı

Yazımı yazmaya oturdum, başlıyorum, şarkıcı Gülşen'in tutuklandığı haberi önüme düşüyor. Öyle mi, öyleyse yazımın ilk paragrafı Gülşen olmalı. Sevin ya da sevmeyin Gülşen'in yanında olmamız gerek, amasız, fakatsız. Çünkü 40 yaşlarında bir kadın aylardır (her yer et oldu) diye acilen kadınların kapanmasını isteyen tarikat mensuplarına inat giyim kuşamından, kışkırtıcı şarkı sözlerinden vazgeçmiyor. Sahnede LGBTİQ'nun gökkuşağı bayrağını kahramanca yukarı kaldırıyor, en önemlisi bize bu ülkenin laik bir ülke olduğunu hepimize yeniden anımsatıyor. Bizi Afganistan yapmaya çalışanların Gülşen'e duydukları kini hep birlikte alt etmemiz gerek! İş işten geçmeden!Şimdi yazıma dönebilirim. Meğer tam da sabah vakti, havada çılgın melisalardan yükselen o baştan çıkarıcı koku henüz durulmamışken uzaklarda bir yerde bir kumru inatla eşini çağırırken ve deli kırlangıçlar hiç durmadan kendilerince çok bildik bir rotada günlük uçuşlarını yaparken, bir baltanın iki yüzyıllık bir zeytin ağacının gövdesine ilk darbeyi vurması ve buna tanık olmak çok acıklı bir şeymiş. İlk darbeyi öteki darbeler izliyor, büyülenmiş gibi baltanın gövdede açtığı yarığa bakıyorum, her darbede biraz daha derinleşiyor. Ağaç ağlıyor sanki, iki yüzyıl boyunca yaşadığı bütün güzel anılar geliyor aklına. En güzel hasatlarını anımsamaya çalışıyor, çünkü az sonra gövdesi yan devrildiğinde tümünü unutacak, sonsuz bir sessizlik başlayacak onun için, çünkü artık o olmayacak. Ege'de bir kıyıdayım, bir yerlere yetişmem gerek ama gövdesi kanayan zeytin ağacının yanından ayrılamıyorum. Bu kalın, gün görmüş gövdeye indirilen her darbe, bu güzel ülkede işlenen cinayetleri anımsatıyor bana. Sefine Tersanesi'nde koruyucu kemeri olmadığı için düşüp ölen 19 yaşındaki tersane işçisi Yasin Demirdağ geliyor aklıma, iş güvenliği uzmanlarının onun ölü bedenine kendilerini kurtarmak için kemer bağlamaya çalışıyorlar. Utançtan kıpkırmızı oluyor yüzüm.Geleceğe dair tüm umutlarını yitirmiş gençler geliyor aklıma, kimi uyuşturucunun bağışlamayan bataklığında sadece ölümü bekliyor, kimi günlerdir, aylardır iş aradıktan sonra yatıştırıcı ilaçların verdiği düşleri olmayan bir uykuda, kimi bir nebze olsun varoluşunu hissetmek için, çağdışı yöntemlerin, çağdışı söylemlerin her an beyin yıkadığı tarikat evlerinde, kimi sahte bir özgürlüğün peşinde olduğunu bile bile barların ve bir gecelik ilişkilerin müdavimi, kimi hiç yaşamıyor, sabah kalkıyor ve gecenin gelmesini bekliyor. O kadar. İntiharın eşiğine gelmiş tarım üreticileri geliyor aklıma. Sağa koyuyorlar olmuyor, sola koyuyorlar olmuyor. Kendilerini bu ülkeye yabancı hissediyorlar ve yaptıkları iş giderek anlamsızlaşıyor, bir tarla dolusu karpuzun olsa ne yazar, olmasa ne yazar Fındığı toplasan ne olur, toplamasan ne olur Konya Ovası'nda kuraklık buğday başaklarının büyümesini engellemiş, ne olurZeytin ağacının gövdesi artık iyice yana yattı, az sonra iki yüzyıllık tarihi onunla birlikte yitip gidecek, yerine hemen beton dökülmeye