Sığınmacıların yeni vatanı: Türkiye

Bir gerçek artık gün ışığında! Evet, ülkemizdeki sığınmacı sayısı bilinmiyor. 10 milyona yaklaştığı söyleniyor ve bizim zaten olanakları kıt bütçemizden ne kadar bir payın sığınmacılar için ayrıldığı da bilinmiyor. Bir karanlık kuyu. Ve tüm Batı'da olduğu gibi sığınmacıların defolup gitmesini isteyenler çoğalıyor. Benim sığınmacılarla tanışmam ilk kez, İspanya'da bir balık pazarında olmuştu. Salaş bir lokantada yemek yerken hemen yanımızdaki bir masaya Pakistanlı göçmen bir aile oturmuştu. Karıkoca, bir de minik oğlan. Onları yemek yerken izledim; annenin gözleri, oğlunun küçücük ağzına tombul bir balık parçasını koymaya çalışırken mutluluktan ışıldıyordu. Birden düşündüm, belli ki Pakistan'ın o koyu karanlığından gün ışığına çıkmışlardı. Karayoluyla boydan boya geçtiğim Pakistan'da Lahor kenti dışında sokaklarda kadın göremezsiniz, mağara bozması eczanelerde sadece günü geçmiş antibiyotikler ve şişe su satılır. Yoksul erkek çocukları zengin erkekler tarafından satın alınır, önce dansözlüğe zorlanır, ergen olduklarında da sırayla badelenirler; gelenekmiş (!). Kızlar regl olur olmaz evlendirilirler. Bu aile kim bilir ne yollardan, ne zorluklardan sonra İspanya'da balık yiyordu. Baba 12 saat garsonluk yapıyormuş, kaçak çalışıyormuş umurlarında değildi, ailecek balık yiyorlardı. O kadar. O zamanlar ülkemizde sığınmacılar yoktu, sığınmacılarla ilk kez bir Assos sabahında karşılaştım. Sahil Güvenlik onları biraz ötede sahile çıkmaya çalışırken kurtarmış, çünkü botları Yunan sahil güvenliği tarafından vurulmuş. İçlerinde üç aylık bir bebe de vardı. Hemen otellere haber salındı; elbiseler, battaniyeler ve bebeye süt getirildi. O zamanlar şöyle düşünmüştüm: "Biz çok yufka yürekliyiz, bu ne güzel bir özellik!" Ama bu güzel özelliğimiz tahmin bile edemediğimiz olaylarla usul usul yok oluyor. ABD ve İsrail'in taşeronu olarak Suriye ile girdiğimiz savaşta tahmin edemediğimiz şeyler oldu. Esad üç günde esir alınmadı ve biz sınırlarımızı savaştan kaçan Suriyelilere açtık. Gelenlerin içinde IŞİD militanları da vardı, fırsat bu fırsat diye Türkiye'ye kapak atarlar da. Önceleri her şey yolundaydı, kamplar kurduk, tüm yardım kurumları el ele verdi. Onlar savaştan kaçıyorlardı; kiminin babası, kiminin oğlu savaşta ölmüştü, kiminin kız kardeşi IŞİD tarafından esir alınmış pazarlarda satılıyordu. O günlerde Suruç'ta kurulan bir kampa gitmiştim. Çadırların birinde çok yaşlı bir adam, sürekli IŞİD'in eline düşen gelini için ağıt yakıyordu. IŞİD'in elinden zor kurtulan bir genç kadın öylece hiçbir şey yemeden, tek kelime etmeden uzaklara bakıyordu ve çocukların topu patlaktı. Onlarca gönüllü kurulan yemek çadırlarında çalışıyor, üniversiteliler çocuklar için tiyatro yapıyordu. Dayanışma, kardeşlik insanı ağlatacak kadar yoğundu. Ama zamanlar geçti, Suriyeliler kentlere dağıldılar ve çoğu ucuz işçi oldular. Antep'te "Biz artık buralarda yabancı olduk" diye yakınan bir ayakkabı yapımcısının atölyesine girdiğimde