Hayal kurmak da mı yasak!

Ellerimi çeneme yaslayıp düşünüyorum, bu muhteşem doğada, bu muhteşem yurtta neden her daim bir endişe, her daim hep kötü bir şeyler olacağı duygusu hâkim Neden bu ülkede yaşayan insanların mutlu olma hakları doğdukları günden itibaren ellerinden alınıyor Öyle düşünürken aklıma sık sık oynadığım bir oyun geliveriyor. Acaba başka bir coğrafyada yaşıyor olsaydık hayatımız nasıl olurdu Bu günlerde moda ya, "coğrafya kaderindir" hadi başlayalım.Örneğin kışın güneşin çok az göründüğü, yazın hemen hemen hiç batmadığı, bize en yakın evin 50 kilometre uzak olduğu bir kuzey ülkesinde nasıl bir hayatımız olurdu Hiç kuşkusuz sakin bir coğrafyada olduğumuz için dünyayı yöneten şirketler hesabına çalıştıklarını pek bir iyi bildiğimiz istihbarat örgütlerinin oyunlarından ve toplumsal travmalardan uzak, pek sakin bir hayatımız olurdu. Her şeyimiz fazlasıyla planlı ve programlı olurdu. Tatilimizi nasıl geçireceğimizi mutlaka bir yıl önceden planlar, hiçbir şeyin aksamaması için her türlü sigorta önlemlerine başvurur ardından tek ve en önemli işimizi yani tatilimizi beklemeye başlardık. İklim nedeniyle melankoli, depresyon peşimizi bırakmasa da içinde bulunduğumuz derin güvenlik duygusu nedeniyle bunları hayatımızın birer parçası kabul eder, üstelik bir güzel keyfini sürerdik. "Depresyondayım doktor, çalışmak istemiyorum!" Güney Amerika ülkelerinden birinde yaşıyor olsaydık, örneğin Arjantin'de, geceyi hiç kuşkusuz bir dans salonunda tango yaparak bitirir güne gene uzaklarda çalınan bir tangoya eşlik ederek başlardık. Ama bu ülkelerde pek çoğumuzun askeri darbelerle ilgili bir anısı mutlaka olurdu. Toplu mezarlardan çıkan cesedin DNA testi sonucu kendi öz annemize ait olduğunu öğrenir ve dehşetle yıllarca anne bildiğimiz kişinin karşısında hüngür hüngür ağlardık. Buralarda pek çok çocuk, anne ve babaları öldürüldüğü için başka ailelere evlatlık olarak verildi.Depresyon, melonkoli asla yanımıza uğramazdı. Tangoya ara verdiğimiz anlarda, Şili'nin ünlü Mayo Meydanı'na koşup geçmişle yüzleşme toplantılarına katılır ve kanlı darbe geçmişimizi belleğin kuytu köşelerine gönderme çabasına girişirdik. Her gün sevinilecek bir şeylerimiz olurdu. Komşularımızda sosyalist hükümetler seçim kazandığında sokaklara dökülür ve sabahlara kadar Amerikan ve küreselleşme aleyhine sloganlar atarak salsa yapardık. Yaşadığımız her şeyde sahici bir şeyler olurdu. Diyelim ki bir Afrika ülkesinde yaşasaydık, çoğunluk açlık sınırında yaşadığı için en önemli işimiz en temel içgüdümüz olan karın doyurmak olurdu. Çocuklarımız bir zamanlar ülkemizi talan eden zengin ülkelerden gelecek yiyecek yardımını beklemek için sürekli gözcülük