Keder Mahkumu

Mert Baykal'ın yönettiği 2004 yapımı Pardon isimli filmin bir kesitinde İbrahim (Ferhan Şensoy), Muzo (Rasim Öztekin) ve Aydın'ın (Ali Çatalbaş) giyinip kuşanıp mahkemeye gittikleri, akşamına da gerisingeri hapse döndükleri gösterilir. Kimi memurların tayin sınavı gibidir; iyice hazırlanılır, iyi hâl indirimi falan umulduğundan takım elbise giyilip kravat takılır, mahkemeye çıkınca heyetin, hâkimin, bilumum heyetin yüzüne yüzüne sırıtılır. Elbette, "İddianamede ve dosyada belirtilen hususlarla ilgili olarak, dosyaya ibraz ettiğimiz itiraz ile ilgili dilekçemin müracaatını aynen tekrar ederiz Suç unsurları tahakkuk etmediğinden zırt yasasının bilmem ne maddesine binaen müvekkillerimin beraatına karar verilmesini bilvekale arz ederim" şeklinde çok kral savunma yapan Avukat Melda unutulmamalıdır. Ancak sonuç değişmez. Karar her daim; "Tutukluluk halinin devamına" diye okunur. Sabah mahkemeye gidiş heyecanı yerini hayal kırıklığına bırakır. Giderken nasıl bir iştiyak duyuluyorsa dönerken uğranılan bozgun yüzlerden okunur. pushfn('ads'); Muhtemelen iş bu serencam bugünlerde cümle mahkûmların kimselerin haberi olmadan, kimsenin umurunda da olmadan yaşadığıdır. Zaman geçer, neden içeri düştükleri sorgulanmadığı gibi neden çıktıkları yahut infaz edilen hükmü neden yaşadıkları da sorulmaz. Ancak işte hepsi yaşanmış ve geçmiştir ve bir Elazığ türküsünde söylendiği gibi: "Geçen gün ömürdendir." Kendini hüküm sahibi zannedenler, insan evladının yaşadığı, yaşayacağı kısacık ömrü zehir etmek gibi bir fanteziye sahiptir. Bunu kimi zaman diledikleri kişileri hapse tıkarak, bazılarını işinden gücünden ekmeğinden ederek, bir kısmını denizlere, sınır boylarındaki nehirlere sürerek, çoğunu da maddi-manevi, ekonomik, psikolojik vs. darlığa düşürüp ölüme sürükleyerek yaparlar. İnsanlardan ve insanlıktan eksiltmek suretiyle kendileri için nasıl bir yaşam konforu sağlamış olur, ne gibi bir keyif duyarlar bilinmez. Bilinen, ayrıcalıklı birkaç kişinin kalan tüm insanlar üzerinde süregelen ve süregiden tahakkümüdür. Yöneticilik denen şey nasıl bir sıfatsa onu bürünen, dilediği zaman bir hak olarak, -doğuştan getirilmeyen ama yine muktedirlerin lütfu mahiyetinde- bir hak olarak insanları seçime götürür. İnsanoğlu tarih boyunca çok seçici bir tür gibi görünmese de vakt erişip belli yaşa geldiğinde lüzumsuz bir hevesle kendisi için tanımlanmış hakkı kullanır. Kendisinden başka insanların kaderini belirlemek üzere hevesle saçma bir ritüeli yerine getirirken kulağına, "Egemenlik bilakayd-ü şart milletindir!" diye fısıldanır. Oysa milletin olan egemenlik çoğunluğun azınlık üzerine tahakküm oluşturmasından başka bir şey değildir. İnsan üstünde hâkimiyet kuracak yegâne gücün Allah olması gerektiğini unutan yahut hiçbir zaman kabullenmeyen söz konusu millet, kendisi gibi düşünmeyen ve kendisi gibi tercihte bulunmayanların akıbetini belirlemek hususunda çok cömerttir. Nihayet birtakım insanın uydurduğu yasalar, birkaç kişinin belirlediği hükümler, hemen herkesin benimsediği esaslar