Balığın Umursamadığı

İyilik yapmaktır. Yapılanı denize atmak gerekmez ki balık zaten bilmeyecek, bilse de türsel hafıza problemi yaşadığından daha sonra hatırlamayacaktır. Hem de denize atılan herhangi bir şeyi iyilik diye nitelemek son derece abestir. İyilik namına da olduğu sanılsa denize bir şey atmamak gerekir ki gerek atık kabilinden gerekse insan türünün kendine dönük iyilik sanrısı dolayısıyla denize atılanlar, gün gelip başa bela olur. Denize insandan başka zararı dokunan bir mahlûk olmadığı gayet iyi bilinse de çöplük muamelesi görmemesi gerektiği hatırda tutulmalıdır. Hâlık'a gelince, O'na her şey malumdur. Yaptığının karşılığı olarak lütuf insanın kendisine dönüktür. Soyut bir bumerang gibi döner, dolaşır, sahibini bulur. İyiliğin sözsel karşılıkları da beyhudedir. O kadar ki hiçbir iyilik tavsiyesi eyleme, eylemeye denk düşmez. Günün iyilik algısı ne tarafından bakılsa en iyi ihtimalle mesnetsiz söylemden ibarettir. O söylem ancak sosyal deney dedikleri sabır, tahammül sınayan usulle yahut olası izleyici kitlesine hitap etmek adına kayıt altına alınmak şartıyla eyleme dökülür. Yani söylemle kalınmadığında sadece izlemekle yetinen insanlara görüntü verilir. İyiyi eylemek amaç olmaktan çıkıp kişinin görünebilmesine ve verdiği pozla prim yapabilmesine dönüşür. Nitekim dünyanın genel geçer dinlerinin en baş sıralarında popülizm gelir. Yapılması görev olarak tanımlanan faaliyetler dahi lütuf zümresinden satışa çıkar. Örneğin insanların dişinden tırnağından artırıp devlet denen kurumsal yapıya ödedikleri vergilerle, sanki yegane ihtiyaç buymuş gibi köprü yapıp, ihale bağışlanan müteahhit zengin edilip, köprünün üstünden gelip geçenler haraca bağlanıp, yakıttan araca yeniden vergi alınıp, yol için ayrıca haraç kesilip üstüne göze sokup başa kakıp sanki hizmet sunar gibi davranarak siyasi rant, sempati, destek, oy devşirilir. İlginç şekilde bu türden rantsal, alabildiğine kapitalist döngüyü nimetten sayan, lütuf kabul eden, hizmet sanan garip bir kitle bulunur. Sıradan geçirilip aldıkları makarna, kömür, hasta, dul yardımları ve özellikle mitinglerde, seçimlerde dağıtılan çay, kahve, vazelin gibi birincil ihtiyaçları yaşamın vazgeçilmezi kabul eden o garip kitle gücün kapısında eşantiyon kovalamaktan gocunmaz. Muhtemelen bunlarda hak anlayışı gelişmemiştir; neyin, niçin var olduğunu bilmezler, bilmek de istemezler. İsteyip aldıkları vatandaşı oldukları vatana karşı bitimsiz bir minnet; deveyi hamutuyla götürüp deve soranlara muhalifleri adres gösteren muktedirlere karşı derin muhabbettir. Ancak muhabbet beslediklerinin bizzat kendilerine yönelik gittikçe abuslaşan suratı iyilik duygusundan çok uzak görünür. Aşırı muhabbet gözleri kapatabildiğinden, içsel bir dürtüyle adeta sarılmak istercesine izledikleri sevdiklerinden taşan hiçbir çirkinliği görmezler. Hâl, tavır ve hareketten yansıyan iyilik, ihtiyacı olana maddi ve manevi yardım etmek gibi değildir. Herhangi bir kurguya başvurmaksızın, şimdiki zamanın insanının 'spontane' dediği türden kendiliğinden olan, anında gelişen tavır, iyi olmaya, iyilikte bulunmaya