Şeyh, Şah, Kula

Geçenlerde yolum düştü bir saat kadar Kula'da oyalandım. İstanbul'a döndük İlhan Apak albayım "Oo bizim memlekete gitmişsin" dedi, artık nasıl haberi olduysa.

Nereleri gördün, kime uğradın muhabbetine giremedik, doğru dürüst dolanamadım ki anlatsam. Vakit sıkışıktı zaten, Çarşı Camii'nde akşamı kıldığımızda müezzin hazırlanıyordu yatsıya.

İlhan ağabey "O zaman Süleyman Şah türbesini görmüşsünüzdür" dedi.
-Cami girişindeki türbeden mi bahsediyorsunuz Hani çukurda.

Makinenin ekranından gösterdim. "Bu mu acaba"
-Ta kendisi. Ziyaret etmene sevindim.
-Ziyaret sayılır mı bilmiyorum, birkaç kare resim aldım alaca karanlıkta. Ama kim yatar, ne yapar bilgim yok. Siz anlatın da neyi kaçırdığımızı bilelim hiç olmazsa.
-Malum Mevlâna Celâleddin-i Rumi, Kayseri'de Seyyid Burhâneddin

Hazretlerinin terbiyesinden geçer. Aynı dergâhta Selâhaddin Zerkub (zerkubi: Altın işleyen) adlı bir Konyalı vardır ki çok iyi anlaşır, kaynaşırlar.
Yıllar sonra Mevlâna hazretleri dergâhını açar, Şemsi Tebrizi hazretlerini ağırlar. Selâhaddin Zerkub kuyumculuğu bırakır, bende olur kapılarına.
Mevlâna hazretlerinin de büyük muhabbeti vardır ona. Nitekim Selâhaddin Zerkub'un kızı Fatıma Hatun'u oğluna ister. Kime Muhammed Bahaeddin Veled gibi bir sultana.

Bu izdivaçtan Arif Çelebi, Şeref Arife ve Abide Mutahhara Hatun doğar.

ABİDE MUTAHHARA

Germiyan Beyi Süleyman Şah (mezkûr türbede yatan) Sultan Veled Hazretlerinin hayranlarındandır. Nitekim onun kızı Abide Mutahhara Hanım ile evlenir. Mevlâna ailesi ile sıhriyetinden ötürü "Şah Çelebi" derler ona. Derken çocukları olur, Hızır, İlyas Paşalar ve Devletşah Hatun hanelerine neşe katar.

O yıllarda Germiyanoğulları, Osmanlı ile Karamanlı arasında sıkışmıştır. Süleyman Şah bilge bir meliktir, Türkler arasında cenk cidal çıkmasın diye kılı kırk yarar, gerginlikten kaçar. Daha ziyade imar faaliyetleriyle uğraşır; han, hamam, çeşme, medrese yaptırır, kütüphaneler açar. Ahmedî, Şeyhoğlu Mustafa, Ahmed Dâi, Şeyhî gibi âlim ve şairleri korur kollar. Halka mesafe koymaz, rahatlıkla konağına girer çıkar, meclisinde otururlar.
Gün gelir biricik kızı Devletşah Hatun 18'ine basar ki ilim hayâ sahibidir, zarafet onda, nezaket onda. Talibi çoktur ama babasının gönlünde Murat Han'ın oğlu Yıldırım Bayezid yatar. Çünkü İslam sancağını onlar dalgalandırmaktadır Avrupa'da.

KERİMEMLE EVLENİR MİSİN

Uzatmayalım Süleyman Şah, ulemadan Cemaleddin İshak Fakih'i Edirne'ye yollar, yanına seçme Germiyan atları, küfeler dolusu Alaşehir üzümü (tabii ki kuru) ve top top Dengizli dokuması katar. İshak Fakih açık konuşur, lafı dolandırmaz. Murat Han oğluna gelen izdivaç teklifine sıcak bakar, "Bir de Bayezid'e mi sorsak" der.

Devletşah Hatun dedesi Mevlâna Hazretlerinin hasletleri ile donanmıştır, karıncaezmez bir hanımdır, pürtakva.

Haber ulaştığında Şehzade Bayezid "Şeref duyarım" der, öper koyar başına.
Demek ki kız evi naz evi değildir; ecdat, beğendiği güvendiği bir genç varsa teklifte bulunurlar hatta.

Düğün olur, Süleyman Şah kızının çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı, Simav ve Eğrigöz'ü (Emet) verir damadına (1381).

Devlet işlerini oğlu Yakub'a bırakır, kendi alır tespihini çekilir Kula kuytularına. Şeyh Rükneddin-i Şücai hazretlerine intisap eder, sessiz sedasız yol alır seyrüsülukünde.