Ne iş olsa yapamam abi

Geçen kahvedeyiz kankam "Sen iyice çizdin ama" dedi, "bağımlısın telefona!" -Onu da nereden çıkardın şimdi Elindeki mecmuadan okuyarak sordu; "Evden telefonsuz çıkabiliyor musun" -Yoo hayır asla. -Şarjım biter diye korkuyor musun -Herhâlde yani. Kim korkmaz -Kendi adını aratıyor musun, bakalım ne yazmışlar -İşimiz ne başka -Ellerin fotoğraflarını didikliyor musun -Kim didiklemiyor -Telefonun düşük hızı seni üzüyor mu -Hem de nasıl. -Geceleri geç saatlere kadar oyun oynuyor musun -Geç saati geç, sabahlıyoruz başında. Boynum "C" gibi eğildi, belim ağrıdan kopuyor. -Aşırı mesajlaşmadan mütevellit bileklerin uyuşuyor mu -Henüz sıkıntı vermedi ama eli kulağında. -Telefon çalmış gibi geliyor, yataktan fırlıyor musun hayalet çınlamalarla -Oldu birkaç defa. -Sık sık selfie çekip atıyor musun ortama -Yok canım çok çok günde on defa. -Tamam işte senin gibilere 'teknopat' diyorlar, yukarıda saydıklarım birer hastalık, derginin yazdığına göre acilen tedavin gerekiyor. -Yok daha neler, duy da, inanma. -Bence bir iş bak aslanım, artık bir şeylerle meşgul ol, yeter yaslandığın garip anana! Hey duyuyor musun Sana söylüyorum. -Dinliyorum. -Gözün ekranda ama! Bak telefonla oynayacaksan bir daha gelme yanıma! Kalktı gitti. Yahu ben kime takılacağım bundan sonra, ilk mektepten sıra arkadaşım, sırdaşım. Gerçi sanal âleme yaza yaza sırrım da kalmadı ama. Ani bir kararla iş ilanlarını açıyorum. Aaa şoför arayan bir iş adamı, cesarete geliyorum basıyorum tuşlara. -Tamam kardeşim. Adresi atıyorum, yarın gel konuşalım büromda. -Saat kaçta -Ben erkenden şirkette oluyorum, "8.30 Fatih" desem sizin için münasip mi acaba -Olur efendim, hayhay. -Görüşmek üzere. Benim lüzumsuz işlerim işte. Niye 8.30 abi, 10.30, 11.30 desen ya adama. Aylardır işsiz gezmiş, gevşemişiz, ancak öğlene doğru kalkıyoruz, aklımız ikindiye doğru geliyor başımıza. Ben zaten kendim uyanamam da, valideye tembihleyeceğiz artık, bilmem artık nasıl başaracaksa Akşam 11.30... Annem heyecanlı, etekleri zil çalıyor. -Oğlum bırak o telefonu, git yat, sabah erken kalkacaksın bak. -Tamam ana, kalkarız meraklanma. Saat 12.30... "Evladım yatsana, vakit gece yarısını geçti, bak gözün hâlâ ekranda." -E uzattın ama! Saat 01.30... "Eh ne hâlin varsa gör, daha da karışmam sana!" Uzanınca uyunmuyor ki, görüşmenin heyecanı basıyor bu defa. Gözlerim fal taşı, dolanıyor tavanda. Araba nasıl bir şey acaba Ulen işe bak Mersedeslere Kadillaklara mı bineceğiz bu saatten sonra Patronu sabah evinden alırım ihtimal, bırak ofisine. Akşama kadar işim ne, oynarım telefonla. Dilerim dişe dokunur bir para teklif eder. Gerçi asgari ücret de uyar bana. Nasıl olsa yemek çıkıyordur, bir yere gitsek elimi cebime attıracak değiller ya. Ara sıra mahalleye de gelirim arabayla. Ohhh kıskananlar çatlasın, nasıl özenecekler ama. Uyanık olmalı çizerler mizerler iş almayalım başımıza. Gözüm sabaha karşı kapanıyor, pat annem damlıyor; "Haydi oğlum kalk. Bir şeyler hazırladım, aç aç çıkma yola." Ne acelen ya Müezzinler minareden inmedi daha. Ne müezzini, birazdan güneş doğacak. Kalk haydi bi' namazını kıl da işin rast gelsin, bak Ramazan mübarek geliyor, artık bir istikamet çiz şu hayatına. -Başlayacaz be anam, biliyon işte insan aylak olunca... -Dilerim artık bi baltaya... -Bundan böyle sabah sekiz, akşam beş, seni dinleyip hanım hanımcık bir kız alacağım hatta. -Ahh ah, nerde o günler, inansam mı acaba Annem sandalyeye takım elbisemi asmış, ütü jilet, mintan beyaz ötesi, kravat mravat faça. -Vayyy kâtibime kolalı da gömlek vaziyetleri ha! Ya anam CEO değil şoför arıyorlar, anlatamadım galiba. Sen versene benim kotumu montumu, ne o sakladın mı yoksa -Oğlum git bi' duş al, hadi beni kırma. -Dur bi' bakayım da şu mesajlarıma. -Vakit daraldı yetişemezsin sonra. -Daha ilk günden çıtayı yükseltmeyelim, onların da ayarını vereceğiz zamanla... Kadıncağız elini koynuna atıp iki yüzlük çıkarıyor, sıkıştırıyor avucuma. Aldığı bir dul maaşı, bir de kira veriyor onunla. Yani şu, onun için bayağı iyi para. Beni kapıdan çıkardığında saat yediyi geçiyor, Akbil marifetiyle gidersem kesin geç kalırım, Ümraniye nereee Fatih nere Bakkaldan arabasını istemeli, biraz tatava yapar ama "ı ıh" diyemez bana. -Kâmil Abi, bir iş görüşmemiz var, mühim! Anlıyorsun ya, senin külüstürü alsam mümkün mü acaba -Tamam al da depoda iki bardak benzin var anca. Yüzlüğü gösteriyorum. "Ya atarız, orası kolay meraklanma!" -Arabalıyla gitsen iyi yaparsın, HGS yok haberin ola. -Cezası neyse veririz, kardeşin maaşa geçiyor yakında. Çıkıyorum. Ulen bu millete n'olmuş. Sabahın seherinde dökülmüşler yollara. Her arabada bir kelle, trafik kilit, kimse kıpırdayamıyor, yapışmışlar tampon tampona. Gözüm telefonda birine çarpacakken, kıvırıyorum son anda. Namazgâh, Kısıklı adım adım. Biraz da benzin almalı, köprüde kalır da şerit tıkarsam ne biçim kalaylarlar ama... Saat sekiz Mecidiyeköy'deyim daha. Sinir bozucu bir şey, sigara yakacağım karnım aç, keşke iki lokma ataydım kahvaltı hazırdı nasıl olsa. Fatih de bildiğim yer değil, neyse sora sora Basra Bağdat mıydı yoksa Sokaklar keşmekeş. Vay anasını ya, çarşamba günleri pazar mı kuruluyormuş burada Nerede 250'lik Doç varsa kopmuş gelmiş, her taraf kasa, urgan, branda Park dert, bir garaj ağzı bulabiliyorum anca. Kapıcı çıkıyor: "Delikanlı oraya bırakma!" -Tamam anahtar üzerinde bir görüşmem var, hemen geliyorum. Beş dakika be amca. -Olmaz yiğidim, giren çıkan oluyor, ne derim sonra onlara Mecburen yürüyorum, peki şu sokağa dalsam