İstanbul'un sesleri

Yenibosna'da oturanlar bilir. Havaalanı Yeşilköy'de iken nasıl jet motoru sesi, imamı bile duyamazdık namazda. Bazen cemaatin yarısı ayakta kalır, yarısı rükûda. Zamanla alıştık gitti, gürültü varmış kimin umurunda Misafirler sorar "ay, siz nasıl duruyorsunuz burada" Duruyormuşuz işte, sanki şu anda otoban vızırtısı, fabrika takırtısı, ambulans bağırtısı yok mu etrafımızda 1960'lı yıllarda İstanbul düşünemeyeceğiniz kadar sessizdi. Zaten yanın yören kabristan, hani rüzgâr da servilere takılıp uğuldamasa... Gece bekçileri sabaha kadar dolanır, köşe başına gelince bir uzun bir kısa çalarlar. "Fırrrrrr fır." Bu "asayiş berkemal" demektir, uyuyabilirsiniz huzurla. Köpekler gündüz sağda solda sızar, ay çıktı mı kurt kesilirler âdeta. Biri üstünüze koşmaya görsün, eniği cücüğü takılır ardına. Telaşa mahal yok, sakın kaçma! Aksine üstüne üstüne yürü, ayaklarını yere vura vura. Yerden taş alıyormuş gibi yap, gör bak nasıl dağılacaklar. Çocukluğumuzda televizyon yoktu, öööle gece yarılarına kadar oturulmaz, yatsının akabinde "haydi yatağa!" Sabah horoz sesiyle uyanırsın, müezzinin eli kulağında Hoparlör böyle yayılmamış henüz, cereyan dalgalanmalarında alet vızzcksjizzong diye çınlamaz, tahtaya sürten taşlı tebeşir gibi içiniz gıcıklanmaz. Aletli ses metalik, aslı ise temiz, duru, berrak, hani Asr-ı saadette Habeşli Bilal (Radıyallahü anh) nasıl okuduysa. Bebelere de ninni gelir, mışıldarlar şerbet tadında. Hasılı uykular iyi alınır, zinde kalkılır, biyolojik saatiniz tam ayarında. UNUTTUĞUMUZ SESLER Eski İstanbul evleri ahşaptı mâlum, neresine dokunsan ses yapar. Kapılar, merdivenler gıcırdar, pervazlar oturmaz ıslık çalar. Hele o lodosta perçinlerinden kurtulan oluklar. Yağmur patırtısını daha fazla duyarsınız, saçaklar, kiremitler yakındır zira. Camlarda yol yol nişler, damlalar süzülür aşağıya. Eskiden alkol alanlar diklenir efelenir meydan okurlardı ulu orta. Yırtık bir sesle sayar söver, noktayı koyarlar sonunda "varrr mı ulen bana" "Yok abi" deyip geçeceksin, aman bulaşma. Ertesi gün olup biteni hatırlamayacak ihtimal, belki de selam verecek kibarca. Hanımına çocuklarına yazık, sarhoşla ömür mü geçer ya Sabah esnaf camiden çıkar, gider dükkânını açar. Bakkalın kepengi uyanmayanları da uyandırır, ya da fırıncının yaylısı getirir aklınızı başınıza. Akhisar işi arabalar çalparalıdır, Arnavut kaldırımında seke seke gider, tıngırdar şıngırdar. Beygir de adımlarını ahengli atar, takırtıya uyar. "Bırrr". Dizginler çekildi mi araba durur, birden sükûnet çöker sokağa. Ekmekçi İtimat Bakkaliyesinin dolabına bi küfe sıcak somun bırakır, camlar buharlanır anında. SABAHIN HAYRIYLA İstanbullu günü üstüne doğdurmaz, işçiler memurlar alacakaranlıkta düşer yola. Vup vup vuuuup. Hadi ama 6.15'i kaçırma. Tramvaylar çın çın durağa yanaşır, frenleyince demir demire sürter, kışın kaymasın diye kum dökerler raylara. Haydarpaşa'da buharlı şimendiferler hazır kıta. Ve ekolu bir memure sesi "Kurtalan Ekspresi üçüncü yolda." Şef uzun uzun düdük çalar, bayrak kalktı mı, istim salınır "çuf!" Kara kara dumanlar, akça pakça buharlar ve piston oynar. Sirkeci Halkalı arasında oturanlar (Kumkapı, Yenikapı, Samatya...) gün boyu sallanıp dururlar, Erenköy, Suadiye, Kartal da tren sesine aşina. Banliyö geçerken martılar cak cak bağırarak kalkar, münasip bir mesafeye çekilir, kendilerini emniyete alırlar. Kargalar daha zekidir, 40 yıldır buradadır ve bir zararını görmemiştir daha. Kumrular için fark etmez, dervişçe çekilir hu çekerler kuytuda. Marmara şakır şukur sahili dövmektedir o sıra. Balıkçılar motorun kaytanına asılırlar. Yerli ve millî "pancar" kalenderdir, bir nazlanır, iki nazlanır, üçüncüde patırdar. Hadi reis dümen başına. İskeleler saray yavrusu gibidir, çiniler vitraylar.... Sanat tarihçi olsam Haydarpaşa'nın kitabını yazardım mesela. BOÇÇACI GELDİ HANIIIM! Derken efendim talebeler düşer yollara, itiş, kakış, heyecan, ödevi de sallamışsın, sorarlar mı acaba Kısa bir aranın ardından seyyarlar sıralanır "sağdan birerli kol marş!"