Ayağımızın alıştığı meydanlar

Eskiden pazarları mutat güzergâhlarımız vardı. Beyazıt Meydanı'na mutlaka uğranmalıydı mesela.

Seyyarlar müezzinlerle kalkar, gün ışımadan yer kaparlar. Gün doğdu mu geçti. Desen ki iki karış da bana.

Ne mümkün, millet omuz omuza.

Mekteplerin açıldığı hafta meydan müstamel ders kitapları ile dolar. Ben okuduğum müddetçe yazarlar değişmedi, Edebiyatı Nihat Sami Banarlı'dan, tarihi Niyazi Akşit ve Emin Oktay'dan sorarlar. İngilizce kitabının üzerinde A Direct Method English Course yazar. Müellifi E.V. Gatenby 1892. Yani amca geçtiğimiz asırdan kalma. Bir method (metot) lafı dolanır da biz niye hayrını göremedik acaba

İkinci el kitabı erkenden almak gerek, mümkünse kızların kullandıklarından. Bunlar en azından pelürle kaplanmış olur, sayfalarda imza karalama bulunmaz. Bazen tırnağın tersiyle düzlenmiş çikolata yaldızı çıkar, olacak o kadar.

Erkek kitaplarının kapağı kopuktur. Septimus Severus'a gözlük, Şuppiluliuma'ya bıyık yapmaları bir yana ayıp şeyler çizer, küfürlü sözler yazarlar.

Yok muallim görecek, sen yaptın sanacak.

Meraklısına bez ciltli kitaplar Osmanlıca mecmualar... Türkçenin bozulmadığı yıllardan kalma romanlar. Kâğıtları sararmıştır, hoş kokar ve hapşırtır çok fena.

Ramazanları Beyazıt Camii avlusunda kitap fuarları olur, hurmacılar, şerbetçiler, helvacılar teravihlere renk katar. Rahmetli Kadir Mısıroğlu'na kitap imzalatmıştık. Osmanlıca yazmıştı kapağına. Keçeli kullanıyordu ve seriü'l-kalem idi. Neredeyse Hattat Halim hızında.

MODANIN NABZI

Ekseri Beyazıt'tan giyinirdik, olmadı Eminönü, Aksaray ve Topkapı'dan. Bir kere ucuzdur, mağazanın yarı fiyatına. O hâkim yaka gömlekler, Şetlant (Shetland) kazaklar, pileli pantollar.

Satıcı yumruğunu sık der, sıkarsın, pantolonun belini, dirseğine dolar. "Tamam" der "bu tam olur sana." İyi de abisi, kol boyu ile bel kutru (çapı) ne alaka Bilmem, ben çözemedim hâlâ.

Amaaan söylüyorsa doğrudur yalan borcu mu var Zaten her defasında cuk oturur adam haklı çıkar.

İçine pijama eşofman giymişsen kolaydır, bir kuytuda üstündekini çıkarır, elindekini denersin sıkıntı olmaz. Kendi eksenin etrafında şöyle bir döner, soran gözlerle bakarsın etrafa.

Gençler şalakacıdır, ne giysen "ooo süper" der alkış tutar, kulak asma onlara.

Ama hanım anne ya da hacı abi gözlüğünün üzerinden süzer "Evladım bir beden büyüğüne mi baksan acaba"

Zemine yüzlerce müstamel kundura serilmiştir, sporlar, kesler, iskarpinler, kara lastikler, lapçunlar, botlar, postallardan tut körüklü süvari çizmesine kadar... Rugan, süet, nubuk, napa, vidala...

Bunlar az kullanılmış, ya da iyi elden geçmiş, cam gibi boyanmıştırlar.
Fevkalade giyilir ama bir ilinti vardır şuranızda. Ya camiden çaldılarsa
Düzgün ceketler, paltolar, olur bazıları harbiden marka. Bilmem nasıl düştü buralara Defolu desen değil, ütü yanığı mı acaba

EVİ ARDİYEYE!

Benim gibi lüzumsuzlar eskilere dalar, çocukluğundan kalma teneke oyuncukları toplar. Çalışıp çalışmadıkları şüpheli fotoğraf makineleri, objektifler, flaşlar. Makaralı teypler, mobilyalı radyolar, Facit hesap makineleri, Remington daktilolar, çekmeceli yazı masaları, dönen dünya küreleri, kahverengi ecza şişeleri, tüpler, pipetler, medikal aletler, lam lamel, santrifüj taaa mikroskoba kadar. Artık n'apcaksam