Tevhid ehli

Tevhid konusu, insan denilen akıllı varlığın bir numaralı görevidir. Bu çok önemli ve evrensel bir konudur. Kolayca idrak edip kavrayabileceği basit bir mesele de değildir. Tevhid davası kuru bir iddia ya da hayalî bir görüş değildir. Endişe edilmemelidir. Çaresizlik herkese sirayet eden bir yılgınlık virüsü gibidir. Bu alanda mücadele edenlerin çoğu ilimden, tefekkürden, zikirden, şükürden, vera'dan ve daha nice manevi değerden hasta durumdadır. Çaresiz insan bundan direnme gücünü kaybeder. Dayanamaz, "er meydanından" çekilir. Haliyle esas hakikati unutur. Allah, muhal olanı emretmez. Kulunun gücünün yetmediği bir mesele ile onu sorumlu tutmaz. Ancak kulunu imtihan etmekten de vazgeçmez. Gereği üzere imtihanını sürdürür. İmtihan ile her an kulunu zinde tutmak için ikaz eder. Eğer tevhid, mümkinattan olmazsa idi, Allah kullarına tevhidi emretmezdi. Aslında tevhid, Allah Teâlâ'nın birliğini ve samediyetini kabul etmek ile başlar. "Allah birdir, birliğinde benzeri yoktur." Onun ilmi; "ilmi muhittir." Gücü kudreti sonsuzdur. Hiçbir şeye de muhtaç değildir. İhlas suresindeki "samed" kelimesi bu anlamdadır. "Samed" insan idrakinin çok üstündedir. Ancak müslüman bunu mutlaka aklen kabul etmesi, kalben tasdik ve lisan ile ikrar etmesi gerekmektedir. Bununla beraber aklen ve mantıken Allah Teâlâ'nın, "muhal olanı emretmeyeceğini," bilmelidir. Allah "kulun vüsatı çerçevesinde olanı" mutlaka yapmasını ve bunun için de tavizsiz çalışmasını zorunlu kılar. Bu hizmet genelde iki uygulama ile gerçekleşir. Biri müminlerin topyekûn dava birliği ile tevhid mücadelesi vermeleridir. Diğeri İslam şeriatı ile yönetim yapan devlet, eğitim, adalet ve eşit paylaşımla denge kurmalıdır. Zaten devleti olmayan davanın tam başarısı olmaz. Elbette tevhid davası için İslam şeriat devleti şarttır. Aksi takdirde