PEYGAMBERİMİZ VE HAK ARAYAN UKKAŞE

Hz. Muhammed (sav.) artık ömrünün sayılı günlerini yaşıyordu. Altmış Üç yıllık şerefli hayatını insanlara hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmakla geçiren o şanı yüce insan bir karıncayı bile incitmemiş ve incitenleri de daima uyarmıştı. Fakat Allah elçilerinin de farkında olmaksızın çok ufak hatalar işleyebileceğiniz bildiğinden şu son anlarını yaşarken bütün müminlerle helalleşmeyi aklından geçirdi. İşte o yüzden bir gün Bilal'den ezan okuyarak mü'minlerin camiye toplanmasını rica etti. Hz. Bilal De bunu bir emir kabul ederek hemen minareye çıkıp yakıcı ve gür sesiyle ezan-ı şerifi okudu. Ezan sesini duyar duymaz bütün Mekkeli ve Medineli sahabeler birer birer camiye akın ederek her tarafını tıklım tıklım doldurdular. Sevgili Peygamberimiz (sav) sahabelere iki rekat namaz kıldırdıktan sonra minbere çıkarak önce Allah'a hamdü senada bulundu, daha sonra da bütün gözlerden ırmak ırmak yaşlar akıtan, bütün kalpleri tir tir titreten, bütün vücutları ürpertiye boğan içli ve duygulu bir hutbe verdi. Ve hutbesini sona erdirirken de kelimelerin üstüne basa basa şöyle haykırdı. "Ey mü'minler!... Ben sizin Peygamberinizim. Sizlere ömür boyunca öğütler verdim, hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmaya çalıştım. Tabii ki güç ve kuvvetine sınır olmayan Allah'ın izni ve yardımıyla. Sizleri bir kardeş gibi şefkat kanatlarımın altına alarak korudum. Bir baba gibi de size karşı merhametli davrandım. Sizinle keder ve gaye birliği ettim. Şimdi size soruyorum. Bende hakkı hukuku olan var mı Olan hemen gelsin ve Allah hakkı için, büyük Kıyamet günü hesaplaşma sından önce hakkını alsın." Yaşın yaşın ağlayan gözlerle peygamberlerini dinleyen sahabelerden hiç kimse gidip de, "Ey Allah'ın Rasulü!.. Benim sende hakkım var" demedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) aynı soruyu ikinci ve üçüncü defa tekrarlayınca sahabelerden Ukkaşe ayağa kalkarak huzuruna vardı ve, "Ey Allah'ın elçisi anam-babam sana feda olsun! Eğer defalarca Allah (c.c.) adını kullandıysanız huzurumuza gelip de hakkımı aramaya kalkışmayacaktım." dedi ve olayı şöyle anlattı: "Ey Allah'ın elçisi!.. Birgün sizinle birlikte savaş ediyordum. Nasılsa develerimiz yan yana geldiler. Deveden inerek özür dilemek üzere size yaklaşmıştım ki, birden kamçımız sırtımda sakladığını duydum. Ey Allah'ın Rasulü!.. Bunu kasten mi yaptınız yoksa devenize vururken kazara bana mı çarptı Bunu bilmiyorum." Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) "Ey Ukkaşe, Peygamberin sana kasten nasıl vurabilir Asla!" diye özür beyan etti ve ardından Hz. Bilal'e, kızı Fatıma'nın evine vararak aynı kamçıyı alıp getirmesini söyledi. Bilal (r.a.) camiden çıkarak Hz. Fatıma'nın evine doğru hızla yol almaya başladı. Bir yandan da Peygamberler Peygamberinin kendi kendine ceza vermesini düşünüyordu. Kapıyı çaldı; içerden Fatıma "Kim o kapıya vuran" diye seslenince Bilal (r.a.) kendisini tanıttı ve Allah Resulünün savaşlarda kullandığı kamçısını almaya geldiğini belirtti. Fatıma: Ey Bilal, babam kamçıyı ne yapacak Bilal: Baban bu kamçıyla kendi kendisini cezalandıracak. Fatıma: Ey Bilal, bu kamçıyla babama vurarak hakkını alacak olan kim Bilal: Ukkaşe, dedi. Hz. Bilal (r.a.) kamçıyı alır almaz doğru camiye yollandı. Kamçıyı götürüp Hz. Peygamber'e teslim etti. Peygamber de Ukkaşe Ye verdi. Tam bu sırada ayağa fırlayan Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer "Ey Ukkaşe, işte biz karşınızdayız, Peygamber'in yerine bize vurun. Ne olur" diyerek arkalarını dönerler. Hz. Peygamber:"Ey Ebu Bekir, Ey Ömer, yerlerinize oturun. Şüphesiz ki Yüce Allah (c.c.) sizin bu iyi niyetinizi mükafatsız bırakmayacaktır" diye çıkışır. Bu defa Hz. Ali (r.a.) fırlar ve "Ey Ukkaşe!" der: "İşte ben karşınızda hayattayım, Peygamber'e vurmanıza gönlüm razı olmuyor, işte sırtım,