Siyasi çıkar başka insanlık başka

Haçlı Seferleri sırasında Suriye'de birbirleriyle mücadele halinde olan Müslüman emirliklerden bir kısmı işgalci Avrupalılarla savaşırken bir kısmı da Haçlılarla birlikte kendi dindaşlarına karşı savaşıyordu.

"Hilal-Haçlı kavgası" hamasetiyle yetişen bizlere böyle bir şey tuhaf geliyor şimdi ama siyasetin doğası bu. Üstelik bugünkü durum da farklı değil. Çünkü siyasetin doğası değişmiş değil.

Her devletin önceliği kendi güvenliğini garantilemek, kendi çıkarlarını temin etmektir. Devlet yönetiminde insani hassasiyetlerin payı hiç yoktur demeyelim ama çok azdır. Devleti yönetenler ancak kendi toplumlarının bu yöndeki birtakım taleplerini -gerekli ve sakıncasız bulurlarsa- uygulamaya dönüştürebilirler.

Özellikle bugünkü demokratik düzen içinde kamuoyunun hassasiyetleri ve talepleri çok daha fazla önem taşıyor. Çünkü seçimde oy kullanılıyor. Ancak iktidarların kamuoylarını belli ölçüde etkileme imkanına sahip oldukları da unutulmamalı. Ayrıca hükümetlerin belirli konulardaki tutumlarını ve uygulamalarını kendi kamuoylarına başka türlü yansıtmaları da her zaman mümkündür.

Demek ki insani konular söz konusu olduğunda bütün inisiyatifi hükümetlere bırakmak doğru değil. Hükümetler ülkenin milli çıkarlarını ve devletin dış politikasını güvenceye alma refleksiyle hareket ederler. Mekanizmanın işleyişi budur. Devlette görev yapanlar da eldeki algoritmanın dışına isteseler bile kolay kolay çıkamazlar. Hatta o görevlerdeki kişiler bazen içleri kan ağlayarak yaparlar yapmaları gerekeni.

Buna karşılık elde kalan tek çare sivil toplumun hem kamuoyunu hem de siyasi iktidarları etkileme ve hatta belirli tutumlar almaya zorlama kapasitesidir. Ancak bugünkü İslam dünyasında sivil toplumun mevcudiyetinden söz etmek zor olduğundan hükümetlerin tutumundan bağımsız çıkışlar görmek pek mümkün olmuyor.

Gelgelelim hükümet politikalarıyla insani tutumların ayrımını rasyonel zeminde değerlendirmek de lazım.

Sözgelimi, Rus işgaline karşı direnişini yürekten desteklediğimiz Ukrayna'nın veya Ermenistan işgali altındaki topraklarını kurtarma mücadelesinde millet olarak kalben yanında olduğumuz Azerbaycan'ın bugün Gazze'de yaşananlar konusunda İsrail yanlısı bir tutum göstermeleri çoğumuzu rahatsız ediyor.

Ukrayna toplumunun veya Azerbaycanlıların tamamının bu hususta hükümetleriyle aynı yaklaşımı paylaşıyor olup olmadıkları bir yana, Ukrayna ve Azerbaycan devlet aygıtlarının politik sınırlarını, yani sürdürdükleri mücadele için dünyadaki belirli güç kutuplarına dayanma mecburiyetlerini hesaba katmadan buradaki çelişkiyi anlamak zor.

Nitekim Azerbaycanlılar da haklı olarak Filistin yönetiminin -İran ve Rusya ile ittifakın gereğince- Karabağ davasında Ermenistan yanında bir tutum gösterdiğini hatırlatıyorlar.

Benzer bir durum Doğu Türkistan'da yaşanan insanlık trajedisi karşısında Müslüman Pakistan'ın din kardeşlerini değil, Çin hükümetini destekler görünmesidir. Bunun da arka planında İslamabad yönetimi açısından en büyük milli güvenlik riskini oluşturan Hindistan'a karşı Çin'le ittifak içinde olma mecburiyeti var. Keza -böylesi bir jeostratejik mecburiyeti olmadığı halde- Pekin'le iyi ilişkiler içinde olmaya önem veren Ankara için de Doğu Türkistan meselesinin fazla bir anlam ifade etmediği malum.

Gazze meselesine geri dönecek olursak Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere Ortadoğu'daki İslam ülkelerinin ve Körfez sermayesinin İsrail ile ilişkilerini düzeltemeye çalıştıkları bir dönemde Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırısının gerçekleşmesi tesadüf değil elbette. Adı geçen ülkelerin