Kötülük insanın özünde mi var

CUMARTESİ YAZILARI

İyilik ve kötülük probleminin siyasi teorideki yansımasına bakarken "İnsanlar başlarında bir otorite olmazsa birbirlerini öldürüp yerler" diye düşünen Hobbes ile insan doğasının özünde iyiye eğilimli olduğunu, devlet ortaya çıkınca kötülüğün kapılarının açıldığını savunan Locke ve Rousseau gibi düşünürlerin içinde yaşadıkları devrin siyasi ve toplumsal şartlarından söz ediyorduk.

Hobbes'a bakalım Kendi ülkesi İngiltere'de çok büyük sosyal ve siyasi çalkantıların ve çatışmaların yaşandığı bir devrin insanıdır Leviathan yazarı. Kraliyet ile parlamento arasında, burjuvazi ile feodallerin çıkarları arasında, Anglikanlar ile Püritenler arasında giderek büyüyen ihtilaflar iç savaşa yol açmış, 1630'lardan 1680'lere kadar devam eden kargaşa dönemi İngiliz tarihinin en kanlı sayfalarını oluşturmuştur.

Hobbes uzun ömründe bütün bu olayların çok yakından tanığı oldu. Kraliyet taraftarı olduğu için 1640'ta İngiltere'den kaçıp 11 yıl boyunca Fransa'da mülteci hayatı yaşadı. Kendi ülkesindeki büyük siyasi çalkantıları buradan izledi ve siyaset felsefesinin yönünü değiştirecek kitabı Leviathan'ı da burada kaleme aldı.

1640'ta sekiz yaşında olan Locke ise bir burjuva ailesinin çocuğuydu. Babası parlamentocular safında kraliyet kuvvetlerine karşı savaşmış Protestan bir avukattır. Dolayısıyla oğul Locke'un İngiliz iç savaşındaki tutumu kadar siyaset düşüncesindeki otorite konusuna yaklaşımının da aynı çizgide olması şaşırtıcı olmasa gerektir. Unutmayalım ki Locke devlet kurumunu insanlara özgürlüklerinden vazgeçmeleri şartıyla güvenlik temin eden bir baskı aygıtı olarak değil, hak ve özgürlüklerin teminatı olan denetleyici bir güç olarak görmek ister.

Rousseau'ya gelince, hayatı boyunca "yadırgatıcı" fikirlerinden dolayı baskıya uğramış ve dışlanmış bir düşünürden söz ediyoruz. Ömrünün büyük bölümü sürgünlerde geçmiş. Özel hayatı da yasal olanla yasadışı olanın arasında bir yerlerde seyrediyor hep. Toplumun ahlakıyla da siyasi otoritelerle de başı hoş değil. Belki de otorite öncesi dönemde insanların daha özgür ve daha mutlu olduklarını düşünmesi bundan dolayıdır.

Peki, hangi taraf haklı İnsanın özünde iyilik mi var kötülük mü Uzak veya yakın tarihte karşımıza çıkan birçok hadiseye baktığınızda, insanın doğasında şiddet eğiliminin belirleyici olduğunu görebiliyorsunuz. Her çeşidinden iktidar kavgası, istila, yağma, soygun, savaş, katliam, cinayet örnekleriyle dolu tarih sayfaları. Dolayısıyla insan insanın kurdudur fikrini savunan Hobbes'a hak vermek daha mantıklı görünüyor. Ne var ki Hollandalı araştırmacı Rutger Bregman'ın kitabını okuduğunuzda Hobbes'çuysanız bile kolayca Rousseau'cu olursunuz!

Geçen hafta bu sütunda çıkan "İnsan 'özünde' kötü mü" başlıklı yazıdaki eksikliği fark etmiş olacak ki İskender Öksüz Hoca "Konu hakkında okunması gereken çalışma" diyerek Bregman'ın kitabının İngilizce çevirisini gönderdi. Aklın yolu bir demek ki. Sevgili arkadaşım Murat Menteş'in ısrarlı tavsiyesiyle yakın zamanlarda okuduğum eserden bu hafta söz etme niyetindeydim ben de. (Bu arada, kitabın Türkçe çevirisi çok başarılı: Rutger Bregman, "Çoğu İnsan İyidir", çev. Gül Özlen, Mundi Kitap, 2021)

Evet Dün de bugün de ne yana baksak savaş, cinayet, hile, sömürü, tahakküm.. görüyoruz. Gördüklerimiz maalesef gerçek. Ne var ki Rutger Bregman, bu konuda farklı bir bakış açısına davet ediyor bizi. Bardağın dolu tarafını görmeyi öneriyor öncelikle. Yani insanın insana uyguladığı şiddetin örnekleri ortada olsa da sempati, empati, sevgi, merhamet, şefkat örnekleri çok daha fazla. Belli ki şiddet ve kötülük doğamızın gereği olmaktan ziyade birtakım harici sebeplerden dolayı doğamızdan uzaklaşmamızın ürünleri olarak ortaya çıkıyor.

İkincisi, insanın özünde kötülük olduğu düşüncesini kanıtlamak üzere ileri sürülen birtakım kanıtlar da aslında göründüğü gibi olmayabilir Bregman'a göre. Neredeyse hepimize "İnsan denen canlı doğuştan kötüdür" dedirten bu belli başlı kanıtları kitabında teker teker araştırıp sorguluyor Hollandalı yazar. "İnsanın bencil tabiatının yok ettiği Paskalya Adası" anlatısından Richard Dawkins'in "Gen bencildir" teorisine ve türümüzün acımasız karakterini açığa çıkarmak üzere yapılan bazı meşhur sosyal psikoloji deneylerine kadar.

Bregman, dedektif gibi peşlerine düşüp tek tek geçerliklerini araştırdığı bütün bu "kanıt"ların aslında insanın kötü olduğu inancının kanıtı sayılamayacağına ikna ediyor okuyucusunu. En azından ben ikna edici buldum okuduklarımı.

Öyleyse, insanların güç sahibi olmak uğruna her türlü kötülüğü yapabileceğini iddia eden Machiavelli haksız mı Bregman'a sorarsanız, Amerikalı sosyal psikolog Dacher Keltner'ın öğrenci evleri, yaz kampları gibi insanların ilk kez bir araya geldikleri ve "güç elde etmek için sınırsızca mücadele edebilecekleri" ortamlarda gerçekleştirdiği deney ve gözlemler aksini göstermiştir. Keltner'a göre böylesi küçük topluluklarda kendini beğenmişlik takdir görmüyordu; tam tersine sevecen davranan ve empati gösterenler liderliğe uygun bulunuyordu.

Ancak insanlar bir şekilde gücü elde ettikten sonra durum değişiyor. Güç sahibi olduklarında, sanki "beyinlerinde bir hasar oluşmuş gibi", davranışları değişiyor.