Filistin bizim şahsi meselemiz!

Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştiği eylem Arap ve İslam dünyasında -İran hariç- hiç kimsenin hoşuna gitmedi. Siviller de öldürüldü diye değil, tam da herkesin sıraya girip İsrail ile arasını düzeltmeye çalıştığı bir dönemde pişmiş aşa su kattı diye. Zaten Hamas'ın da amacı buydu herhalde. Bugüne kadar Filistin diye yatıp Filistin diye kalkanların birdenbire Filistin davasından vaz geçemeyeceğini hatırlatmak. Arap ülkelerinin Filistin meselesini paranteze alarak İsrail ile ilişki kurma çabalarına verilen bir cevap.

Daha önce de münferiden Tel Aviv yönetimiyle barış yapan bazı başkentler olmuştu İslam dünyasında. Ama bunu yaparken usulen veya görünüşte bile olsa karşı taraftan Filistin konusunda bir taviz alınmış-gibi yapıl-mıştı. Camp David Antlaşmasında Gazze ve Batı Şeria'ya özerklik verilmesi söz konusuydu mesela.

Şimdi başını Suudi Arabistan'ın çektiği "toplu barışma" kampanyasında ise konuşulan konular arasında Filistin hiç yok. Ramallah'taki Mahmud Abbas yönetiminin bu süreçte Riyad'a temsilcilerini gönderip "İsrail ile barışmanıza bir şey demiyoruz ama bu barışmanın karşılığında Filistin için de bir şeyler isteyin" talebinde bulunmasına rağmen olumlu bir cevap alamadığı malum.

Hamas'ın 7 Ekim saldırısı Ankara'da da hiç hoş karşılanmadı. Hem gereksiz ve kendi içinde yanlış görüldüğü hem de Tel Aviv ile ilişkilerin düzeltilmesi yolunda atılan ciddi adımlara zarar vermesinden endişe edildiği için.

Belki bu yüzden Gazze'deki kanlı savaşın ilk haftalarında AK Parti epeyce sessiz kaldı. İlk mitingleri muhalefet partileri düzenledi. Kamuoyundaki öfke hükümeti pek etkilememiş görünüyordu. Belli ki ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıların üstesinden gelebilmek, bilhassa yerel seçimlere kadar durumu idare edebilmek için ihtiyaç duyulan dış sermaye bu tutumun gösterilmesinde rol oynuyordu.

Tabandaki tepkileri yatıştırmak amacıyla ortaya atılan -ve maalesef objektif karşılığı bulunmayan- arabuluculuk, garantörlük gibi öneriler iki tarafa da aynı mesafede olduğumuzu göstermeye yönelikti bir yanıyla zaten.

Netanyahu'ya da fazla kızılmıyor, Batı dünyasına da bir şey söylenmiyordu bu ilk haftalarda. Dünya kamuoyunda tepkiler gitgide büyürken Türkiye'deki duyarlı çevreler de seslerini yükseltmekteydi. Ancak hükümetimiz bu konuyu gündemine almaktan çekiniyor gibiydi.

Sonra konu MHP lideri Devlet Bahçeli'nin ısrarlı çabasıyla nihayet iktidarın gündemine geldi. Toplumdaki hassasiyetlerin karşılıksız bırakılması da siyaseten vahim bir yanlış olurdu zaten. Üstelik Gazze'deki savaşın kısa sürede sona ermeyeceği de belli olmuştu artık.

Bu sefer herkesten daha sert, ileri mesajlar verilmeye başlandı. Hamas terör örgütü değildir, mücahitler topluluğudur gibi açıklamalar yapıldı. Alelacele bir miting düzenlendi.

Ancak somut bir adam atılmadı. Büyükelçimiz "istişarelerde bulunmak üzere" çağrıldı. Yani diplomatik ilişkiler bile dondurulmadı. Hatırlanacağı üzere daha önce bu yapılabilmişti.