'AKŞAM'dan akşama

1 Cem Yılmaz artık güldürmüyor mu Hiçbir gösterisinişovunu baştan sona izlediğim vaki değildir; ne sahnede ne de televizyonda. Yalnız, bazen, televizyon kanalları arasında gezinti yaparken rastlamışlığım ve bir an durup ne söylediğineeylediğine bakmışlığım olmuştur. Ama hiçbir kez Cem Yılmaz'ın ne yaptığı esprilere ne de sahnedeki duruşuna bağlı olarak ağız dolusu gülmüşlüğüm söz konusu olmamıştır. İşte bu Yılmaz yılbaşında mı, yılbaşından sonra mı pek anlamadığım, yeni formatta bir gösteri sunmuş. Bizim mahallenin mukimlerinden en az iki köşe yazısında okuduğuma göre; Cem Yılmaz son şovu ile artık eskisi gibi güldürmüyormuş... Akşam'dan köşedaşım -henüz yüz yüze tanışmadığım için başka bir kavram kullanamadım- Oğuzhan Bilgin Perşembe günü 'Sen hiç Türk'e benzemiyorsun' başlıklı bir yazı yazmış ve demiş ki; "Daha önce bu tipolojiye çok değinmiştim. Bu yazıyı okumanızın sebebi ise malum kitlenin büyük bir hevesle seyretmeye başladığı Cem Yılmaz'ın son gösterisinde kendilerine ayna tutmuş olması. Cem Yılmaz, 'Türk zannedilmemekle sevinen' kitleyi öyle gözlemlerle karikatürize ediyor ki değme sosyologlara taş çıkartacak cinsten. İşte bu soğuk duş etkisiyle daha düne kadar Cem Yılmaz'ı yere göğe sığdıramayan malum Beyaz kitlede 'ya Cem Yılmaz da eskisi kadar güldürmüyor' lafları edilmeye başlandı." Vah, vah. Bilgin'i okumasaydım ben de Cem Yılmaz'ın 'artık güldürmediğine' hayıflanacaktım belki de. 2 Devletin sahibi yok... Aynı gün gazetemizde Tacettin Kutay dostumuzda 'Çünkü bu devletin bir sahibi yoktu' başlıklı bir yazı yayınladı. Daha yazının girişinde diyor ki Kutay; "Türkiye'de yaşadığımız kaosun ve devlete karşı bu kadar kolay düşman devşiriyor oluşumuzun en önemli sebebi devletimizin sahibi bir sosyal sınıfımızın olmayışıdır." Bilmiyorum; bu görüşler Kutay'ın doktora tezinden bir alıntı mıdır Eğer öyle değilse, doktora yapmak isteyen öğrencilere şiddetle tavsiye ederim: Tacettin Kutay Hoca'nın rehberliğinde en az bir iki doktora çalışması çıkar, sadece bu tespitten. 3 Garip şeyler Yine aynı gün gazetemizde -berekete bakın- Emin Pazarcı dostumuzun da 'Tencere-kapak' başlıklı yazısını görüyoruz. "Hangisi tencere, hangisi kapak, üzerinde fazlaca düşünüp kafa yormaya gerek yok. İkisini de birbirinin yerine koyabilirsiniz" diye başlayan; İmamoğlu-Demirtaş birlikteliğini ortaya koyan yazıda, belki de asıl üzerinde durulması gereken "O, ayrı..." diye ertelenen -ama hiç ertelenmeye gelmeyecek h.b.- bir husus var. Diyor ki Emin Pazarcı: "Bir