Bir Fikrim Var!

Son günlerde kâh büyüyüp küçülen kâh zayıflayıp şişmanlayan bir dergiden bahsedeceğim sizlere. Yanlış anlaşılmasın kâğıt tedariki gibi bir sorundan bahsediyor değilim. İnsanları az da olsa güldürmeyi hedefleyen bir derginin küçülüp zayıflaması neye işarettir o halde Espri kıtlığı, mizah eksikliği olmasın! Herkes o kadar gergin ki mizah yapmak münasebetsizlik gibi algılanıyor. FİKRİ dergisinden, anlamışsınızdır sanırım. Bir mizah dergisinin isminin Fikri olması çerçevesi hakkında az çok bilgi veriyor olmalı. Yani fikri nükte içerisinde esneterek vermeye çalışmanın adı olabilir pekâlâ. Sıkıntı yok. Çizgilerde mimikleri gevşiyor insanın, fakat yazılar buna pek eşlik etmiyor. Anlayacağınız tebessüm dergisi FİKRİ. Çizgiden aldığınız gülme enerjisiyle pirzola tadında bir kahkahaya kendinizi hazırlayıp tam metne dalacakken "o kadar da değil!" diyor bir görünmez parmak. Kahkaha olmasa da hiç olmazsa kıkırdama olsa bari diye içinizden geçse de FİKRİ'nin fikri neyse zikri de o oluyor. pushfn('ads'); Bilali Yıldırım dostuma söyledim, espri sıkıntısı olduğunda hiç çekinme diye. Sadece şiiri değil mizahı da karşılayan bir ilham vardır. Şiirde kalbî ilham, mizahta ise zihnî ilham. Ne de olsa mizah zekânın imgesidir. FİKRİ kendini "Kültür-Mizah-Edebiyat Dergisi" olarak tanıtıyor. Kültür ve edebiyatı mizah ile bir arada sunabilmek öyle kolay olmasa gerek. Edebiyat mizahı ciddiyete davet eder, kültür edebiyata "konuya dön edebiyat yapma!" diye çıkışır. Mizah ise hem kültüre hem de edebiyata "Her şeyi çok fazla ciddiye alıyorsunuz. Gülün geçin ya hû" diyerek yol göstermeye kalkar. Elimde FİKRİ dergisinin 59. Ağustos sayısı var. Gelir-gider dengesizliğini bir kum saatiyle anlatmaya çalışmış. Keşke sokaktan karikatürler olsaydı diye geçti içimden. Zira sokaksız mizah olmaz. Bu sayı derginin ilk sayfasında bir sürpriz olarak kendime rastladım. Üstelik pencereye bakmak için pencereden bakıyordum. Bir iki adım sonra Burak Kıllıoğlu'yla karşılaştım. Dünyada kapladığımız alanın ne kadar küçük ve sınırlı olduğunu hatırlatarak derdimi deşti. pushfn('ads'); Hemen yan sokaktan dönecektim ki Mevlüt Altıntop "Medeniyetin Kâğıt Hâli" başlığıyla Orhan Okay'ın "Kâğıt Medeniyeti" kitabını tanıtıyordu. Selam verip kitap hakkında ayaküstü biraz konuştum. Sokağı geçip bir bahçe durağına gelmiştim ki başımı çevirdiğimde gözlerim nergis çiçekleriyle dolu bir bahçeye takıldı. Öğrendim ki bu çiçekleri Betül Öztürk dikmiş. Heykelin karşısındaki meydanda İshak Koç elinde megafonla "Kapitalizm: Bir Halk Hikâyesi" başlığıyla biriken kalabalığı aydınlatmaya çalışıyordu. Kalabalık içerisinden adının Fatih Bera olduğunu söyleyen biri ile sokak röportajı yapmak istedim. Sağ olsun kabul etti. İnsanlığın yorgunluğundan bahseden cümleler kurdu. Üst üste sorular sordu. Dağlara mı, insanlara mı koşmalı diye haykırdı. "Bir soru da ben sorayım" dedi Tutkunzade Yunus. Hay hay dedim. "Kölelik dediğin öyle birden kalkar mı" diye sordu. Ne diyeceğimi bilemedim, "kalkmaz" deyip uzaklaştım. Az