Peki bize ne oluyor..

Hürriyet, Ahmet Hakan Genel Yayın Müdürü olduktan sonra, gazeteyi sosyal medya fanatiklerine göre çıkarmaya başladı. Çünkü Sevgili Ahmet'in kendisi sosyal medya ile yatıyor, sosyal medya ile kalkıyor. Köşesini de, kendi fikirlerinden çok, sosyal medya iddia ve tezlerine göre yazıyor sanki.. Neyse kendi bilecekleri iş. Ben, tam 72 yıllık bir Hürriyet okuru olarak fikirlerimi yazma hakkına sahibim o kadar.. Hele gençlik yıllarımda Hürriyet okumadığım gün, bir şeyler eksikmiş gibi gelirdi bana.. Çünkü Hürriyet "haber" gazetesiydi. Yurttan, dünyadan merak ettiğim her haberi Hürriyet'te bulurdum. En küçüğünden en büyüğüne.. Kesin bulurdum. Öyleydi çünkü.. O Hürriyet yıllardır yok ama, alışkanlıklar devam ediyor. Şimdi bu "Sosyal Medya Sözcüsü" Hürriyet'e çok kızıyorum ama, gene mutlak okuyorum. Çünkü keyifle okuduğum genç yazarlar var.. Savaş Özbey, Zeynep Bilgehan, Onur Baştürk, Orkun Ün gibi.. Görüşlerine katılayım, katılmayayım, yeni şeyler duymak, yeni fikirler okumak hoşuma gidiyor.. Neyse konum o değil.. Bu sosyal medyacı Hürriyet, birtakım fanatik feministlere uyup, dünyanın nerdeyse her ülkesinde ve dilinde aynen kullanılan "iş adamı" lafını, gurubun tüm yayınlarında yasakladı ve kulağa nasıl yapay gelen "iş insanı" demeye başladı.. Efendim "iş adamı" demek kadın haklarına saygısızlık, ayrımcılıkmış.. "Canları bilir" dedim, içimden.. Sonra baktım, bizim Sabah da "iş insanı" yapay lafını kullanmaya başladı.. Bizde öyle bir talimat yok.. Olsa duyardım. Bu bazı yazar ve muhabirlerin kendi tercihleri.. Ama niye. Niye Hürriyet'in, yani aslında sosyal medya fanatiklerinin peşinden gidiyoruz. Diyelim Güler Sabancı, kendisine iş adamı denmesinden hoşlanmıyorsa, Sakıp Sabancı dostumuz, üstadımız, ışıklar içinde yatsın, niye "iş insanı" oluyor ki.. Güler Sabancı'ya da "iş kadını" dersin olur biter.. Adam lafı, dilimizde "âdem"den gelir.. Arapça "âdem"den.. Ben-i âdem de, kelimesi kelimesine "insanoğlu" demektir. "Havva kızı" diye de bir laf yoktur. Yani "iş adamı", zaten "iş insanı" demektir. Sade bizde değil, dünyada böyledir. "Human", yani "insan" lafı, Latince "homme"dan gelir.. Yani "adam" yani "insan"dan. İş adamı mı. İtalyanca Uomo D'affari.. (Uomo, adam demek,) Almanca Geschaftsmann (Mann, adam demek.) Fransızca Homme d'affaire (Homme, adam demek.) İngilizce Business man (Man, adam demek.) Hintçe Bijanes main (Main adam demek.) Fince Liikemies (Mies adam demek.) Rusça Biznesmen (Men adam demek.) Yahudice Gesheftmentsh (Mentsh, adam demek.) Ki sonuncu örnekle ilgili bir notum var. Yahudilik, anadan geçer. Yani Yahudi olmak için, Yahudi anadan doğmanız gerekir. Onlar bile "iş adamı" diyorlar.. Bilmem daha örnek vermem gerekir mi. İş adamı, iş kadını ayrımı bana mantıklı geliyor. Ama iş insanı olmadık ve de çok zorlama bir sözcük.. Bin yıllık ve dünyanın tüm dillerine nerdeyse yerleşmiş bir sözcüğü sosyal medya zorlamasına "Başüstüne" diyen bir gazetecinin kararı ile değiştiremezsiniz.. Evvelden kadın evdeydi. İş kadını yoktu, ev kadını vardı. Ne mutlu ki, Mustafa Kemal Atatürk sayesinde kadınlarımız dünyanın ilk eşit haklara sahip kadınlarının başında yer aldılar. Evden çıktılar. İşe girdiler. İş kurdular.. Ev kadınının yanına "iş kadını"nı da koydular. Kendilerine iş adamı denmesinden hoşlanmıyorlarsa, haklarıdır. Değiştirir, "iş kadını" yaparlar.. Ama beni "iş insanı" diye değiştirme hakkı kimsede yoktur. Ben de "iş adamı" olarak kalırım.. İtirazı olan "kadın" var mı. BİR GÜNLÜK GAZETEMDEN NOTLAR!.. Gene kafamda birikmiş konuları kısa kısa kaleme alıp tüketmek vardı ama, dün gazetemi okurken, sadece ondan çıkardığım konuların bugünlük yeteceğine karar verdim.. Keşke bizim idare ve muhasebe, bu gazetenin bir santim sütunluk alanının kaça mal olduğunu biz tüm çalışanlara açıklasa.. Açıklasa da, haberleri önce kapakta verip sonra içerde bir daha tekrar etmekten kurtulsak!. Dün birinci sayfanın göbeğinde fevkalade ilginç bir haber hikâyesi vardı. USA Today genelde popüler haberleri böyle "Kapak Hikâyesi" yapar. Sayfanın dörtte birini kaplayan haber sunumu, 3 resim, "Dilara'nın çığlığını kimse duymadı" diye devasa bir başlık. Haberi özetleyen bir alt başlık. "Eski nişanlısının, polisin gözü önünde katlettiği avukat Dilara Yıldız, cinayeti önlemek için çok çırpındı ama başaramadı!." Sonra dişi yazı içinde 1.5 sütuna 20 satırlık haber yazısı. Her şeyi geniş özetliyor. Ama altında "Haberi 3'te" yazıyor. Bir de resimli imza.. "Yunus Emre Kavak!." Böyle geniş sunulan cinayet haberleri aklıma hep Capote filmini getirir. Truman Capote bir cinayet faili ile görüşmek için gittiği Orta Amerika kentinden Pulitzer kazanan bir öykü ile dönmüş, New Yorker'da çıkan yazının Capote adı taşıyan filminde gazeteciyi oynayan Philip Seymour Hoffman da Oscar kazanmıştı. Gazeteciliğe başladığım günlerde, bizde de en ünlü gazeteciler, bugünkü gibi yazarlar değil, muhabirlerdi. Hemen 3. sayfayı çevirdim. Orda sayfanın yarısı nerdeyse.. Pul gibi kullanılmış resimler.. Uzunca bir yazı, ama ilk sayfada öğrendiklerime yeni bir şey eklemiyor.. Bir yazım lezzeti de yok.. Yanında sarı zemin üstünde konuyla ilgili bir haber daha.. Okudum. Birinci sayfadaki özet bir daha tekrarlanmış.. Yani ayni haberi, ayni gazetede 3 defa yazmışız iyi mi. Açık, net bir şey var.. Haber, polis bülteninden ya da ajansların birinden alınmış. Bizim muhabir olayın geçtiği Tuzla'ya, el koyan karakola, karakolun yanında olduğu için maktulün özel seçtiği restorana gitmemiş bile.. Gitse restoran çalışanları, karakolda olaya giden polislerle ve de Tuzla Emniyet Müdürü ile konuşur, Sabah'a mahsus, birinci sayfanın göbeğinden yayınlanmaya değer, harika bir haber hikâyesi çıkarırdı. Çünkü olay, senaryosu yazılıp filme çekilecek kadar ilginç. Engin Ardıç, Avrupa Birliği'ndeki Türk nefretini bir kez daha belgeleyen sert ama haklı bir yazı yazmış. Ama Cumhuriyet'e sataşmaktan bıkmıyor bir türlü. Buraya da sıkıştırmış. Bir alt yazıda "Osmanlı'ya saygı" isterken.. "Mekteb-i Sultani'de okudu diye mi" diye sormayacağım. Ben de Mekteb-i Mülkiye'de okudum. İkisini de Osmanlı kurdu. Osmanlı daha neler neler kurdu, ama hep içim yanar, sonunu getiremedi, Çanakkale'de Mustafa Kemal'in yolunu kestiği İngiliz'e, genç Fatih'in hem de nasıl dâhiyane bir plan ve kumanda ile zaptettiği İstanbul'u masa başında teslim etti. Gazeteci Hasan Tahsin ilk kurşunu atmasa, İzmir'i Yunan'a kurşunsuz teslim edeceği gibi.. Kurtuluş Savaşı'nı Anadolu yaptı. Hem de Osmanlı'nın "İnzibat Kuvvetleri" de sanki Yunan'ın yanında, onlarla savaşırken, Engin.. Benden iyi bilmen gerek Kuva-yi İnzibatiye'yi... "Domuz kalbi başarıyla insana nakledildi" haberi, bilimsel yanı ile ve tam tarafsız verilmiş. Ama millet bu haberi televizyonlardan alalı ve gündem yapalı gün geçti. Artık bir adım öne gidecek ve "Bir Müslüman'a domuz kalbi takılır mı" sorusuna yanıt arayacaksın. Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan başlayarak, ünlü din bilimcilerle konuşarak. Bunu yapan bir gazeteci var.. Ama muhabir değil, muharrir.. Manşette değil, köşesinde.. Alnından öptüğüm Mevlüt Tezel kardeşim. Heyecanla okudum.. "İhtiyaç domuzu helal yapmaz. Ama haramlığını ortadan kaldırır. Caiz yapar" ortak fikrinde birleşmiş ulema!. Hani savaş filmlerinde kurşun yiyip düşen askerin yarasına alkol yerine, bir arkadaşının arka cebinde taşıdığı teneke şişeden içki dökmesini çok gördüğümüz gibi.. Kovid üzerine söylenmeyen şey yok. Yani kafanda neyi yazmak varsa, ona uygun bir laf edeni mutlak bulursun. Haşmet Babaoğlu ve Melih Altınok da aynen bunu yapıyorlar. Melih diyor ki, ilk Kovid aşısını üreten ve satan Pfizer, "Omicron özel aşısı geliyor. Dördüncü doza ihtiyaç yok" demiş.