Galatasaray seni unutmaz Hocam!..

Sevgili Fatih Hocam, Bugünlerin geleceğini bilmek için kâhin olmaya gerek yok.. Seni gerçekten yakından tanıyan ve sevenleri dinlemeyip, güya seni destekleyen, ama biraz derin bakınca aslında amaçlarının kime hizmet olduğu kolayca anlaşılanların gazına öyle gözleri kapalı geldin ki, bu sonuç bağıra bağıra geldi.. Biz seni ailecek severiz, bilirsin.. Hastanede başımda beklediğinizi unutmam mümkün değil.. Benim meslekteki 50. yılım için düzenlenen geceye, sevgili Fulya'yı hastaneden alıp geldiğini ve geç saatlere dek kaldığınızı da.. Bodrum pek sevdiğim bir yer değildir. Oraya sadece festivaller için gittim. Çeşme ve Antalya'ya da öyle gittim ya.. Güneş, deniz ve sıcak benim tatil tarzım değildir. Ben taa 1980'lerden, Marmaris'ten başlayarak, nerde festival, nerde gece ve serinde etkinlik varsa oraya gittim.. Hatırladığım "gündüz"ler bir, tek bir tane.. Bodrum'da Türkbükü'ndeki senin sahildeki o harikulade bahçe içindeki evinde geçirdiğim gün.. Nasıl eğlenmişimdir.. Hele "Bunu yemelisin" dediğin mantı!. Tadı hâlâ damağımda Hocam.. Birkaç yıl sonra, bizim Nebil Özgentürk ile Türkbükü'ne geldik. Birileriyle buluşacağız. Beklerken seni aradım. "Hocam sana komşuyuz ama, önemli işimiz var, gelip o muhteşem mantıyı yiyemiyoruz" dedim.. Yarım saat sonra, oturduğumuz kafeye senin sürat motorun yanaştı.. İçinden bir tepsi mantı çıktı ve önümüze kondu.. "Ne büyük adam, nasıl bir dosttur Fatih Hocam ve o muhteşem kadın Fulya" diye konuştuk, Nebil'le.. Sonra.. Sonra iki kriz yaşadın.. Euro 2016.. Milli Takım'ın başındaydın. Geçen hafta içinde torunlarınla oynarkenki mutlu fotoğrafını bulamadım, ama Takvim gazetemizde yayınlanan bu dört yıllık resim elime geçti. Bu fotoğrafa bakarsan, aslında eşin Fulya, kızların Buse ile Merve ve de damatlar ve torunlarınla ne kadar mutlu, ne kadar gururlu olduğunu görürdün.. Onlarla daha fazla vakit geçirmek, kafanı da, ruhunu da nasıl rahatlatır, bir düşün Hocam. Düşün kaç kişinin böyle bir ailesi var. Keyfini çıkar Hocam.. Hayatını, seni çok seven ve çok özleyenlerle yaşa.. Meslek hayatında kimseye bir şey ispat etmene gerek yok artık.. Ordan gelecek paraya da.. Sana lazım olan şey, bu resimdekilerle "sevgi paylaşmak" Hocam.. Hepinize fazlası ile yetecek kadar bol olan "sevgi"yi paylaşmak!. Herkes, hepimiz çok şey beklerken, tam bir bozgun ve hezimet yaşadık.. Hayatı zaferlerle geçmiş bir futbol beyni, bu hezimete tahammül edemedi.. O beyin döndü sana ve "Kabahat sende değil, oyuncuların seni sattı" dedi.. Bu sende bir "Türk futbolcusu" nefreti yarattı. Galatasaray'ı yedeklerine dek yabancılardan oluşan bir takım yaptın. 2002'de Dünya Şampiyonluğu'nu Şenol Güneş'in korkaklığı yüzünden kaçıran Milli Takım'ın iskeleti, 2000 UEFA zaferini yaşayan senin Galatasaray'ından kurulmuştu. Takımları için ölesiye oynayan Türklerin arasındaki Hagi, Popescu ve Taffarel de onlara uymuşlardı. Oysa kurduğun bu yabancılar lejyonunda, ne takım, ne senin için ölecek tek kişi yoktu. Aldıkları paraya bakıyorlardı onlar.. Kafalarını değil, kıllarını uzatmadılar tekmeye.. Sakatlanmak, maç başı aldıkları parayı ve primi kaybetmekti çünkü.. Maçlar tatsızlaşınca, Bodrum tatili de tatlı geçmedi tabii.. Adana 100 Evler, yakın dostun, arkadaşın Selahattin tarafından açılmıştı. Ayşe Arman bizi Adana'ya davet ettiğinde oraya götürdü. Harika bir kebapçıydı ve duvarlarında senin resimlerin doluydu. Tüm sevdiklerini götürmüştün oraya.. Sonra İstanbul'a taşında 100 Evler.. Fatih Terim ve Selahattin Aydoğdu dostluğunu bilmeyen yoktu. Sonra o tatsız olay yaşandı. Zaten bozuk kafanla, Alaçatı'da yazlık şube açan Selahattin'e kızdın. Tepen öyle atmıştı ki, arabana atladın. Taa Bodrum'dan Alaçatı'ya giderken bile sakinleşmedin. Oysa Selahattin'in, seni gaza getirenlerin anlattığı olayla zerre ilgisi yoktu. Selahattin'in mekânına ona küfrederek girince, tüm garsonlar üzerine çullandılar.. Hayattaki en iyi dostlarından birini böyle kaybettin ve hırpalandın Hocam.. Bu da ikinci sarsıntın oldu. Artık Galatasaray'ın başında 1995- 2000 arası Fatih Terim'i değil, görünüşe göre şiddetli bir kafa dinlemesine, hatta bir mentöre ihtiyacı olan yorgun bir adam vardı.. Bunları açıkça yazdım o zaman Hocam.. "Dost acı söyler" diye yazdım ki, o belki de niyetleri "Aman kalsın da hem kendi bitsin, hem Galatasaray" olanlar dahil medya yalakalarının gazına gelmeyesin.. Ama, Mustafa Cengiz gibi, Galatasaray'ı kulüp olarak aslında "kurtaran" ölüm döşeğindeki bir başkana "Galatasaray düşmanı" diyecek kadar kafasındaki takıntılara ezilmiş sen, muhtemelen beni ve seni benden çok seven ve sabırla desteğe devam eden, ama her gün daha kötüye gittiğini görünce eleştirmeye başlayan ağabeyim Öcal'ı ve can dostun Şansal'ı da muhtemelen düşman gibi görmeye başladın.. Sonra, çok sevgili dostum Sezgin Elmas, 1999-2000 zafer yılında ailesi ile her deplasmana tüm ailesi ile gelirken, oğlu Burak Elmas'ı da tanıdım.. Burak, dünyada pek az gence nasip olmuş, o hiç yenilgisiz deplasmanlarla UEFA Ligi'ni kazanan takımı ve futbolu yaratan Fatih Terim'e adeta taptı tabii.. Taptığını da Başkan seçilir seçilmez gösterdi. Mustafa Cengiz, Fatih'in sözleşmesini uzatmamıştı. Hoca'nın kulüple ilişkisi hukuken ve fiilen bitmişti. Burak başkan seçilmiş ama henüz mazbatasını almamıştı. O başkanlığı başlamamış Burak, sözleşmesi bitmiş Hoca'yı Florya'ya, takımın başına gönderdi, unuttun mu Hocam.. Sonra da seninle 3 yıllık sözleşme yaptı, hem de yüzde 100 zamla.. Şimdi sen ve senin yalakaların, "Burak Elmas, Fatih Terim'e mobbing yaptı" demeye ve yazmaya başladılar.. Dün baktım ayni lafı sen de etmişsin.. "Burak bana mobbing yaptı.." Sen ne dersen onu söyleyen ve yazanların "mobbing" lafını kimin emri ile yazdıkları da böylece ortaya çıktı. Dün gece içerden iyi haberler alan bir gurup dostla bir arada olduk.. Konu, "Burak Elmas, mobbing mi yapıyor yoksa ona muhteşem bir gençlik yaşatan