Yeniden İslâm'a

Batı'dan bazı şeyler alarak çağdaşlaşma yaklaşımı İslâm toplumu için düşünülüyorsa öncelikle çözümlenmesi gereken problem, "İslâm kültür ve medeniyetinin bir başka kültür ve medeniyetten neyi alıp sindirebileceği ve neyi alamayacağı" meselesidir. Kültür ve medeniyet ilk bakışta insan eseridir. İnsanların eserleri fert ve toplum olarak maddî ve manevî ihtiyaçlarından doğar. Hem ihtiyaçların oluşumunda, hem de uygun bir şekilde karşılanmasında, bütün insanlar arasında ortak bulunan biyolojik, psikolojik, sosyal, ekonomik faktörler rol oynadığı gibi toplumdan topluma değişen inançlar, düşünceler, örf ve âdetler, değerler de rol oynamaktadır. Kültür ve medeniyetlerin temel faktörleri bütün insanlar arasında ortak bulunanlar çeşidinden olsaydı farklı kültürlerden bahsetmek mümkün olmazdı. Mâdemki farklı kültürler vardır, öyleyse kültürlerin temel faktörleri de ortak değildir; toplumlara özgüdür, özgündür. Bu mânada "inanç, düşünce, bilgi ve değerler" düzlemini ele aldığımız zaman Batı toplumları ile İslâm toplumları arasında büyük farkların, hatta uçurumların bulunduğu görülecektir. İslâm toplumları Allah'a, insanı ve kâinâtı Allah'ın yarattığına, insanın dünya hayatına geçici olarak ve denemek için gönderildiğine, kesin bilgi kaynağının ilâhî vahiy olduğuna, aklın idrâk kapasitesinin sınırlı bulunduğuna, akıl ve diğer beşeri bilgi kaynaklarının kendi sınırlı alanlarında geçerli olduğuna, en iyi hayat düzeninin (siyâsî, iktisâdî, hukukî, sosyal, ahlâkî...) Allah'ın peygamberler göndererek, kitaplar indirerek öğrettiği düzen olduğuna, bu ilâhî öğretinin ışığında aklı ve ilmî olanların yapacakları tefsir ve yorum (tevil) ile yeni meselelerin çözülebileceğine ve yeni ihtiyaçların karşılanabileceğine inanırlar. İslâm kültür ve medeniyeti bu inanç, düşünce, bilgi ve değerler sistemi üzerine kurulmuştur ve bu kültür, temellerine aykırı olan bir unsuru bünyesine alıp sindiremez, reddeder. Batı kültürü Allah'ın varlık ve birliği konusunda en azından şüphe içindedir, vahiy yerine aklı ve beşerî bilgi kaynaklarını koymuştur, sekülerdir, laiktir, insanın Allah tarafından insan olarak yaratıldığı ve kâinâtın göz bebeği, yeryüzünde Allah'ın halifesi olduğu inancında değildir. Değerler sistemi oynaktır, izâfîdir, insanın aşkın boyutundan habersizdir, bütün bunların bir uzantısı olarak amaçları dünya hayatı ile sınırlıdır. Bu kültürün toplum için öngördüğü hiçbir düzen, İslâm toplumunun bünyesine uymaz, sinmez, sindirilemez. Bilim ve teknolojiye gelince bunları da toplumun kültür bütününden soyutlamak, karşılıklı etkileşimin dışında tutmak doğru değildir. Bilim ve teknolojiyi de yabancı, seküler ve gayr-i ahlâkî unsurlardan temizleyerek İslâmlaştırmak ve gerekiyorsa, zaruret varsa bundan sonra almak gerekir.Öz kültürü canlandırma yaklaşımı yıllardır İslâm aydınlarının gündemini işgal etmektedir. Buna göre İslâm kültür ve medeniyeti bir bütündür, savunma mecburiyeti ve hayati zaruretler bulunmadıkça yabancı kültürlerden, bilim ve teknolojiden bir şey olduğu gibi alınmaz. İslâm kültürünün kendi dinamikleri iyi işletildiği takdirde o kendini yeniler, her çağın ihtiyacına cevap verir (çağdaştır), asırlar boyunca bu kabiliyetini ispat etmiştir. Duraklama ve gerileme çağlarında olandan İslâm sorumlu değildir; saltanat ve bilimsel donukluk (içtihat yerine taklide sapmak) sorumludur. İslâm ümmeti içindeki tefrika ve fitne sorumludur. Bunlara Moğol istilâsı gibi bazı dış âmiller de eklenince İslâm medeniyet ve kültürü bir duraklama dönemine girmiştir. Duraklamanın sebeplerine doğru teşhis konur, çözüm için ana kaynaklara dönülür, iyi bir eğitim programı yapılır, tefekkür ve içtihat devreye sokulursa İslâm toplumları aradıklarını kendi kültür ve medeniyetlerinde yeniden keşfeder ve bulurlar. Bu kültürde insanı ve evreni Allah'ın âyetleri olarak inceleyip keşfetmek, kâinâtta hâkim bulunan ilâhî kanunları bulup ortaya koymak, insanların dünyaya geliş amaçlarını gerçekleştirme fırsatı elde edebilmeleri için onlara hayatı kolaylaştırmak; yani tefekkür, ilim, teknik ve teknoloji azami ölçüde teşvik edilmiş, bunların ihtiyacı giderecek ve ümmetin varlığını koruyacak ölçüde gerçekleştirilmesi