Batı ittifakının iç işleri

Dünya siyasetindeki Amerikan merkezli Batı hakimiyetinin zayıfladığını söyleyen birçok kimse var. Ama Batı'nın içindeki gelişmeler nadiren ele alınıyor. Özellikle Rusya'nın işgali ardından doğan söylem birliği Batı'nın bütünleşmesi olarak okunuyor. Biden'ın "Amerika geri döndü" ifadesine güvenenler Trump döneminde yaşananların bir anomali olduğunu düşünmeye devam ediyor. Böylece zor da olsa Batı'nın bütünleşebileceğine inanıyorlar. Bu okumaya göre, belki Çin, Rusya ve Hindistan gibi aktörlerin yükselişi yeni bir meydan okuma olabilir. Batı tüm dünyada doksanlardaki gibi rahat at koşturamayabilir ama birleşik bir Batı hala tartışmasız en güçlü taraf olacaktır. Bu okuma biçimi gerçekçi gibi görünse de aslında medeniyet merkezli bir analize dayanıyor. Medeniyeti bir analiz birimi olarak görüyor. Ulus devletleri ve onların kendi çıkarlarına odaklanan siyasetini göz ardı ediyor. Batı'yı bir bütün olarak görüyor. Aslında son yıllardaki gelişmeler medeniyet temelli okumaların gerçekliği yansıtmadığını ortaya koyuyor. Ulus devletlerin dönüşü yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı öncesindeki kurumlara dayanmayan ve her ülkenin kendi başının çaresine bakması gerektiğine inandığı bir dönemde Batı medeniyetini bir bütün olarak görmek, dünya siyasetini kurallara dayalı bir sistem olarak tarif etmek ve devletleri de demokrasiler ve demokrasi olmayanlar diye tarif etmek çok da gerçekçi sonuçlar vermez. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası düzenin en temel özelliklerinden birisi Almanya ve Japonya'yı etkisiz birimler haline getirmesiydi. Siyasi ve askeri olarak sıfırlanan bu iki ülke bütünüyle Amerikan kontrolüne girmişti. İngiltere ve Fransa da ekonomik tükenmişlikleri nedeniyle gönüllü olarak Amerikan caydırıcılık şemsiyesi altına girdiklerinden bütüncül bir Batı'dan bahsedilebiliyordu. Bu durum Soğuk Savaş sonrasında da devam etti. Ancak son birkaç yıldır durum değişiyor. Almanya 100 milyar avroluk bir askeri yatırım kararı aldı ve