Geç kalmak!

NE garip bir dünyadır, İstanbul ve çevresi "yağmur ve kar yağmıyor" diye sızlanır. Depremin acılarını saramayan Adıyaman ve Şanlıurfa'da konteynırlar bile sele kapılır. İstanbul'da kar yağmadı diye hayıflananlar ve erken gelen bahardan bile hoşnut olmayanlar, deprem bölgesinde soğuktan titreyen insanların yerine kendileri koymazlar. Birileri kuru ekmek ve suyla günü kapatır, birileri tıka basa dolu sofralarda bile doymazlar. Yıllar önce işsiz bir babadan faks yoluyla gelen mektubu hala saklıyorum. "Mırın kırın etse de yalvar yakar iki ekmeği yazdırabilmiştim bakkal amcaya. O akşam da kuru ekmeği çaya katık etmek, sofrayı kurabilmek için çocuklarıma. Dışarıda ayaz vardı, kış soğukluğunu alabildiğine hissettiriyordu. İçi boş teneke sobamız da bizle birlikte üşüyordu. Büyük kızım yüzünde acı bir ifadeyle kulağını tutmuş, doktor korkusuna rağmen onu hastaneye götürmem için dil döküyordu. 2 yaşındaki kızımın derdiyse kaç gündür içemediği süt ve aç karnıydı." Ve çaresizliğin dile getirildiği alabildiğine dramatik satırların sonunda, "mektubuma adımı yazma abi" demişti, "çocuklarımın gururu kırılmasın." Bu yıl kar yağmasa da o mektubu yine okudum, üşüyen ve aç yatan çocukları düşündüm. Garibanların umutları kararırken bilirim ki kış güneşi bile zenginin sofrasına doğar! Toprak suyu altına çekse de kar fakirlerin üstüne yağar! Tam yaralar sarılıyor derken, Adıyaman ve Şanlıurfa'daki sel baskınları hangi acımasız kaderin oyunudur da bozulmaz Her sorunun cevabı olmaz mı Aydınlık düşüncelerle yeniden yazılmaz mı o kaderler Bizim yazdıklarımıza "gariban edebiyatı" derler de zengin edebiyatı nasıl olurmuş gösterirler. Sosyal medyada dört mevsim bahar! Ya da alabildiğine kışkırtıcılık var! Mezarını sırtında taşıyan insanlar için melek olmak yok mudur Olanlara helal olsun! Depreme de sellere de koşanlar sağ olsun. İstanbul'a kar yağmadı, kaç aydır doğru dürüst yağmur da yok. Bir kaşık suda birbirini boğmak için fırsat kollayanlardan geçilmeyen bir şehirde, ruh kuraklığının sonuçlarına katlananlar, kurak