Toplumdaki öfke patlamaları ve ruh sağlığımız

Merhaba değerli okurlarım, son yıllarda toplumda yaşanan olumsuz gelişmeler doğrudan ve dolaylı olarak ruh sağlığımızı etkilemektedir. Bu durumu Konunun uzmanı Klinik Psikolog Melis Avcı ile konuştuk. 'Neden bu kadar şiddet toplumu olduk' sorusuna cevap aradık... Ruh sağlığımızı bozan etkenlerle baş etmenin yollarını konuşurken uzman klinik psikolog Avcı'nın konuya ilişkin anlattıklarını sizler için not aldım. Buyurun birlikte okuyalım... "Ekonomi alanında yaşanan problemlerin kamusal alandaki etkilerinin başında işsizlik, gelir dağılımında dengesizlik, gelirin sağlandığı para biriminin değer kaybetmesi gibi durumlar olabilmektedir. Ekonomik problemlerin toplumsal boyutta olması sosyal ilişki kurduğumuz ortamlarda da konuşma başlıklarının ve yaşam şeklimizin ekonomiye dair olmasını doğurabilir. Bu durumda ekonomik zorlanmalar yaşayan bir kişi, sosyalleştiği ortamlarda da rahatlayamayıp, konuşmalar ile tekrar tetiklenip kötü hissedebilir ve dolayısıyla da, kendisini diğer insanlarla kıyaslayabilmektedir. Ekonomik problemler olduğunda da temel ihtiyaçlarımızı devam ettirmek zorunda olduğumuz için tasarruf yapabileceğimiz kısım genellikle sosyal hayatımız olmaktadır. Kısıtlı sosyal hayata sahip olmak, istediğimiz hayatı yaşayamamak, sosyal medyada lüks mekanlarda gezen ve eğlenen insanları görmemiz, sosyalleştiğimiz anda da yılgınlık, tatminsizlik ve karamsarlığa neden olabilmektedir. Öfke ve şiddetin nedenlerine baktığımızda arzularımızı veya ihtiyaçlarımızı engelleyen bir olay, nesne veya kişinin olması, haksızlığa uğrama, fiziksel ceza ve yaralanmalar, hayal kırıklığı, kendini gerçekleştirememe, tehditlere maruz kalma gibi faktörlerin ön planda olduğu görülmektedir. Çocuk ve ergenler, model alma ve sosyal öğrenme yolu ile izledikleri diyalogları, tutum ve davranışları taklit etmektedirler, ve bu yolla hayatı öğrenirler. Öfke, şiddet ve saldırganlığa ne kadar maruz kalırlarsa, öfkeyi bir problem çözme yöntemi, kendini ifade etme yolu olarak benimsemeye başlarlar. Şiddet ve saldırganlığa, ölüme, acıya duyarsızlaşmaya, bağışıklık kazanmaya başlarlar. Bu kavram, davranış ve görüntüler normalleşmeye ve kabul görmeye başlar. Toplumdaki insanların acı çeken insanla empati kurma yetileri zamanla kaybolmaya başlar ve toplumdaki şiddet eğilimi gün geçtikçe artar. Özellikle gençlerin dünyayı ve yaşamı anlamaya ve öğrenmeye çalıştıkları bu gelişim dönemlerinde, iyiler-kötüler, kazananlar-kaybedenler olarak gerçekçi, işlevsel, rasyonel olmayan düşünce kalıplarını benimserler. Sosyal medyadaki veya toplumdaki şiddet arttıkça, doğru ve yanlışı, kurgu ile gerçeği, uygun ile uygunsuzu, olası ile imkansızı ayırmakta zorlanmaya başlarlar. Özellikle aile içi şiddetin önlenmesi için, bu konuda ilk adım duyarlı olmaktır. Toplumsal yaşamda bazı şeyleri "böyle gelmiş, böyle gider," anlayışıyla hiç sorgulamayabiliriz, sorgulamak aklımıza bile gelmez. Ama toplumsal cinsiyet rollerine olduğu gibi şiddet konusuna da duyarlı olmak, bir çok şeyi değiştirmek için önemli bir adımdır. Duyarlı olduğumuzda da, kadına yönelik şiddetin toplumda kadın ve erkeklerin eşit konumda olmadığı ve toplumun erkek egemen yapısından kaynaklandığını görürüz. Bu durumda da aile içi şiddet siyaset, hukuk, eğitim ve ekonomi alanlarında, ayrıca toplumsal ve geleneksel yapılarla beslenir ve desteklenir. Kriz ile ilişkili etkenlerin yanında,