'Toplum'u olmayan toplumsal suçlar

Hem dünyada hem bizde toplumsal hayatı dönüştüren büyük savrulmalar yaşanıyor. Bu savrulmaların ne gibi sonuçlar üretebileceğinin, toplum dokusunda nasıl ürkütücü yara bereler açabileceğinin pek de farkında görünmüyoruz. Nice alametler belirmiş durumda aslında; her gün pek çok kaygı verici hadiseye şahitlik ediyoruz. Ancak bütün bu olanlardan ortak bir ders çıkarmak yerine, olayları lokalize ediyor, çarpıtıyor, her suçun günahını yıkacak birilerini buluyor ve elimizdeki medyatik imkanları seferber ederek kendimizi anında 'yargılayıcı' sınıfa dahil ederek aklıyor, temize çıkarıyoruz. Klavye kullanabiliyor olmanın böyle arındırıcı, leke çıkarıcı bir fonksiyonu var günümüzde.Oysa suç, günah, problem, yara, adına her ne derseniz o, biz üstümüzdeki bulaşığını görmüyoruz diye bize ilişmezlik etmiyor. Ne yaşıyorsak hep beraber yaşıyoruz. Yaşananlar sadece bazılarının başına geliyor, çözülmeler sadece bazılarını çözüyor, yıkımlar sadece bazılarını yıkıyor değil elbette. Biz sadece eteklerimiz her tutuştuğunda başımızı başka yere çevirenleriz.Bu körleşmenin işlemesini sağlayan şey, kişilerin elzihin çabukluğuyla her türlü yanlıştan, suçtan, bozulmadan kendilerini yalıtmaları ve bu yolla üstlerine düşen sorumluluğu görmezden gelebilmeleridir. Bir anlamda kendilerine leke tutmaz kişilikler edinmeleridir. Bunun gerçekleşebilmesi için, her hadisenin hemen ardından belli bir kesimin otomatik olarak kabulleneceği düşmanlar bulmak; gerçekliğini pek de sorgulamadan günahı yıkacak kişilikler, yanlışla özdeşleştirilecek kurumlar, mahkum edilecek hadiseler, linçlenecek yapılar üretmek icap ediyor. Toplumsal yanlışlar içinde toplum olmayan cümlelerle izah ediliyor ve herkes telaşla her lafa yetişerek bunun böyle olduğuna kendini ikna ediyor. Bazen günah keçileri birden fazla oluyor ve karşıtlıklar üzerinden bu günah keçileri çapraz ateşe tutuluyor. Bu olan biteni bir yönüyle günah çıkarma ayinine, bir yönüyle cadı kazanına benzetebiliriz. Adına ne dersek diyelim; sonuç her şekilde adalet duygusunun, hakkaniyet melekesinin, insaf ve izanın belki de geri döndürülemez biçimde kaybıdır. Hakkın ve hukukun, suçun ve masumiyetin, yanlış ve doğrunun terazinin kefelerine doğru biçimde koyulmadığı her tablo, aslında hüviyet olarak bir cahiliye manzarası arz eder. Bundan korkmalı ve yüksek bir hassasiyetle aklımıza, kalbimize, insaf ve izanımıza mukayyet olmalıyız. Aksi halde doğruyu tamamen kaybedeceğiz. Bugün bu hakikat çözülmesi her zihinde belli ölçüde yaşanıyor. Toplumsal alanda ciddi tahribatı olabilecek herhangi bir meseleyi aklıselimle konuşabilir olmaktan hızla uzaklaşıyoruz. Yakın zamanda toplumsal ve bireysel