Toprak, yaprak ve deniz...

I-Geçen hafta huzurunuza çıkamadım. Ki zor zamanlar için yedek yazılarımı hazırda tutarım. Bu defa araya ölüm girdi. Bendeniz ölüm karşısında "Hayat devam ediyor." diyenlerden olmamaya gayret ediyorum. Hayat devam eder etmesine, ama bizim yakınımıza düşen ölüm ile hayat durmasa da yavaşlamalı bir müddet, zira günlük telaşe ölümlü oluşumu unutturan bir iksir adeta... Ruhun aynı basamakta eyleşmesini, hatta bulunduğu basamaktan aşağı düşmesini engelleyen, başkasının ölümünde kendi ölümümüzü, faniliğimizi idrak ediş tecrübesidir. Her ölen ile bir kaç günlüğüne dahi olsa, ölmeden evvel ölme temrinini yerine getirmek gerektiğine inanıyorum. Lakin medya üzerinden her gün onlarca ölüm haberine tanık olan benliğimiz ölümü idrak etmekte zorlanıyor. O kadar zorlanıyor ki en yakınını kaybedenler bile ölüm ayrılığını sosyal medya hesabı üzerinden sağaltmaya çalışıyor. Araya ölüm girdi dedim. Çok şükür sıralı ölüm idi. Kayınvalidem 92 yıllık hayat yolculuğunu tamamladı. Ondan geriye yedi evlat, 20 torun kaldı. İlle de toprak, yaprak, deniz sevgisi kaldı. Yeni tanıştığı insanlara sorduğu ilk soru "Deniziniz var mı" olurdu. Onun nezdinde insanlar, denizi bilen ve görenler ile denizi bilmeyen ve görmeyenler olarak ikiye ayrılırdı. Babası, eşi ve oğulları nasibi denizin bağrından toplarken o tek başına toprağı daha bir toprak etmeye uğraştı. Rızkını topraktan toplayan kuşağının bütün özelliklerini taşıyordu kayınvalidem: Çalışmak, çalışmak, çalışmak. İşler bitmezdi, ne bitmeyen işlerden şikâyeti olurdu ne de yorgun bedenini nazlayacak vakitsizlikten yana gamı. Kendisi kadar çalışmayanın, kendisi kadar toprağın bağrını kazma şevki taşımayanın nezdinde bir kıymeti yoktu. Tekrar tekrar toprağı nasıl temizleyip bahçe yaptığını anlatırdı. Sabah olur akşam olur, o toprağın ve yaprağın peşinde vaktini toprağa ekerdi, vaktini toprağa dikerdi. Latif bir iklimde kavuştu toprağa, nemi az, esintisi bol bir haziran gününde. 30 yıldır hiç bu kadar nemsiz bir haziran tanıklığım olmamıştı Eynesil'de.Kabri, denizi yukardan görüyor, bir ağacın gölgesinden payına serinlik düşüyor. İnşallah kabri geniş, ruhu telaşsız bir huzur içindedir. Âmin. II- Dünyevileşmeyi, dünyaya en uzak noktadan okumaya çalışıyorum son yirmi yıldır. İnsanın fânî oluşunu idrak ettiği ölüm üzerinden. Ne ki giderek daha yoğun bir şekilde ölümü ve artık aramızda olmayanı değil de merhumun nerede öldüğünü, nerede gömüldüğünü merak ediyor taziyeye gelenler. Taziye evlerinde bile ölüm idrak edilmiyor. İdrak edilmeyen ölüm bahsinde, eskiler ile modernleri mukayese etmek mümkün mü Hem evet hem hayır. Her dönemde her meşrebin, her muktedirin kendine göre bir hayat-memat dengesi vardır. Mesela Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz (682-720), bir köleyi görevlendirmişti. Bana her gün ölümlü olacağımı hatırlat diye.Halife bir gün saçında ak bir tel gördü. Köleyi azat etti. Köle şaşırdı. Çünkü dedi