"Sen bizden değilsin!"

Hatırlamanın kimyası uzun zamandır dikkat alanım içinde. Geçmişin bir yerinde, biz onları çoktan unutmuş iken hatırlanmak için bir vesile bekleyen "o yaşanmışlıklar"hangi yolu takip ederek kendilerini bugüne dahil ediyor Son yıllarda hatırladıklarımdan daha çok hatırlamama vesile olan şeyler üzerinde duruyorum. Biraz sonra dikkatinize sunacağım konu da hatırlamanın kimyasına dair. Sosyal Bilimler Lisesi'nden bir öğrenci, üniversite imtihanına gireceğini, benim de bu imtihanla ilgili unutulmaz bir "ân"ım olup olmadığını sordu. Gençler çok kırılgan ama yine de bir cesaret düşüncelerimi paylaştım:Birincisi hiçbir anı unutulmaz değildir. Değişik zamanlarda, değişik coğrafyalarda, değişik mekanlarda huzura çıkan o unutulmaz anlar, anılar her defasında farklılaşır.Önemli olan, bizim için zamanın bir yerinde yaşanmış olan o anıyı bugüne taşıyan şeyin ne olduğuna dair fikir yormamız, dedim.Öğrenci cevabımı kapalı buldu. Anlatayım, dedim. Bir kaç gündür 1980 yazında yaşadığım bir ân bütün teferruatı ile gözümün önünde.Oysa ben onun hatıralar mahzeninde dışarı çıkmak için gününü beklediğinden haberdar bile değildim. Bütün teferruatı ile hatırladığım o ân şöyle: Afyon'da mutfağı bahçeye açılan bir evdeyiz. Günlerden Cumartesi. Ertesi gün çok az insana nasip olmuş bir tesadüf ile kendi okulumda, kendi sıramda üniversite imtihanına gireceğim. Haber okulda hızla yayılmıştı: Şu kızı görüyor musun -sadece bir kaç aydır o okulda olduğum için adımı bilen pek yoktu- kendi sırasında sınava girecekmiş. "Şu kız" demeyenler de "İstanbul'dan gelen kız" diyordu.Mutfak kapısının dışında oturuyorum. Elimde Cemil Meriç'in Bu Ülke kitabı: "Konya yolculuklarımda (1966- 67) ilk defa başkası ile temas ettim. Başkası, yani kendi insanım. Kaderin karşıma çıkardığı genç üniversiteli 'Sen bizden değilsin' dedi.Sen bizden değilsin. Evet, ben onlardan değilim. Ama onlar kimdi Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisiydi." (s. 51) Aynı paragrafı okuyup okuyup ağlıyorum. Niye ağladığını bilmeyen ama gözyaşının en çok kendi hakkı olduğunu düşünen bir deli gençlik ağlamasına hiç tereddütsüz teslim olmuş bir boyun büküş ile ağlıyorum. Sınıfımdaki öğrencilerin büyük çoğunluğu tıp fakültesini kazanmak için yarışıyor. Ben felsefe okumak istiyorum.Ama sıralamanın en başına felsefe yazamam. Hukuk yazdım. Kimya hocamız merhum Mustafa Aydos tercih sıralamamı sordu. "Birinci sırada Hukuk var" dedim."Kazanırsın, şimdiye kadar bir kişide yanıldım, o da ikinci tercihini kazandı ve mesleğinde akademik kariyer yaptı" dedi. O gün mutfak kapısında neden ağladığımı bilmeden ağlarken ikinci tercihimi, felsefeyi kazanacağımı ve hayatım boyunca yalnız kalacağımı sezmiş miydim O yıllarda veliler için mihmandarlık sunan, sınava girecek çocuğunuza şöyle davranın diyen öneriler demeti pek yaygın değildi. Neyse ki ağladığımı gören yoktu. Görseler sınav gerginliğine verirlerdi. Oysa ben elimdeki kitabın cümlelerini, ağlamama vesile sayarak tekrar tekrar okuyordum.Hayatım boyunca