Cici ve hiç de cici olmayan kısasa kısas...

Eserler ve o eserlere verilen isimler duygu dünyamızı etkileyen ilk eşiktir. Mesela, "Baba" isimli bir film izlerken filmde hiç baba olmaması film bittikten sonra babadan kastedilen neydi sorusunu sormamıza sebep olur. Haberlerin dili, atılan manşetler dahi "o gerçeğe" geçit veren eşiklerdir... Mesela 2008 yılında Babalar Günü dolayısıyla Urfa'nın Birecik ilçesinde engelli kızının eğitimi için seferber olan anneye "yılın babası" ödülünün verildiği haberi yer almıştı gazetelerde. Bu ödül bendenize o kadar manidar gelmişti ki "yılın babası olan o kadın"ın hikâyesi hafızamda daima taze kaldı. O vakit "Yılın Babası Bir Anne" başlığı ile bu sütunda bir yazı da yayınlamıştım. Yazıya konu olan haber şöyleydi: "Şanlıurfa'nın Birecik ilçesinde her gün yaklaşık 1 kilometre yol kat ederek kızının eğitimini sürdürmesini sağlayan fedakâr anne Zeynep Karakuş, Babalar Günü öncesi ilçede 'Yılın Babası' ilan edildi." Velhasıl babanın yokluğuna acı bir göndermeydi ödül. O yüzden çok çarpıcı bir etki bıraktı. Başlıklar mühimdir. Ortaya getirilen meseleyi tam da nereden görmemiz gerektiği konusunda mihmandarlık eder. Ya da göremediklerimiz için bir yol haritası olur isimler. Berkun Oya'nın, 27 Ekim'de Netflix'te yayınlanan ve iki buçuk saat süren Cici adlı filminin ismini ve konusunu merak ettim. Film hakkında çok haber yapılmış görünüyor, sorun şu ki farklı kanallarda yapılmış haberlerin tamamının içeriği aynı. Önlerine gelen tanıtım bülteni, haber olarak kotarılmış. Filmin temel önermesi üzerine kafa yoran bir yazıya rastlamadım, filmi izlemeden önce. Sosyal medya üzerinden yürüyen Olgun Şimşek'li "sigarayı bırakma" sahnesi, aşırı romantize edilerek paylaşılıyor da paylaşılıyor. Cici'nin tanıtım yazısında filmin zamanı 1980'ler, mekân ise İç Anadolu Bölgesi olarak geçiyor. Oysa film zamansız ve mekânsız daha etkileyici olabilirdi. Zamansız ve mekânsız film olarak ilk aklıma gelen, Çağan Irmak'ın Ulak filmi. Cici'de TRT ekranı üzerinden verilen görüntülerin ne 1980'lere ne de filme pek bir katkısı var. Köyden bir hayli uzakta ıssızlığın ortasındaki evde, İç Anadolu Bölgesi'ni imleyen ne vardı Hiç. Yılmaz Erdoğan'ın canlandırdığı baba karakteri Bekir için "otoriter" ifadesi kullanılmış. Bekir için otoriter değil, 41 yalnızlığın içindeki, ebedi yetim denebilir daha ziyade. Film için, "Yönetmenin soyadı ile müsemma oya gibi işlenmiş, her bölüm birbiri ile bağlantılı" şeklinde ifadeler paylaşılıyor sosyal medyada. Muhtemelen birinin yazmış olduğu bu cümleler, diğerleri tarafından çekilip büzüştürülerek tekrarlanıyor. Oysa filmin sahneleri arasında bağlantı ziyadesiyle kopuk. Filmin başında TRT ekranında yer alan ve Havva'yı tv izlerken gördüğümüz neredeyse tek sahne olan "hemşire belgeseli", filmin içinde üç farklı yerde hemşire geçtiği halde filmin sonunda bütünlenmiyor: Havva, gençliğinde hemşire olmak istemiş ancak Bekir ile zorla evlendirildiğinden, yarım kalan hayallerini gerçekleştirmek üzere kızı Saliha'nın hemşire olmasını mı beklemektedir Hastane odasında kocası ölüm döşeğinde iken tansiyon ölçen hemşireyi hayranlıkla izleyen Havva'nın bakışlarının altında, kendi hayallerini gerçekleştirmiş birinin hayatına duyulan özlem mi vardır Havva'nın alzaymır olduktan sonra elinden düşürmediği tansiyon pompasının imlediği anlam, gerçekleşmemiş hemşirelik hülyası ile mi ilgilidir Bu soruları sorabileceğimiz izlek var ancak cevabını bulabileceğimiz bir izlek yok.Sanat eserini; barındırdığı ruhu, inşa ettiği atmosferi, yaslandığı felsefeyi hissederek, kendi hayat tecrübemizin içinde muhafazaya alırız. Filmin hissettirdiği duygu ile izleyenin duygusu her defasında yeni bir katman katar esere. Aynı filmi farklı zamanlarda izlediğimizde fark ettiklerimiz, etkilendiklerimiz genellikle değişir. Cici filmi için bu satırların yazarı açısından en önemli mesele, hafızanın kıvrımları arasında bütünlenip sıralanamayan kayıtlar. Geçmiş yekpare bir bütün değildir. Hatırlayanın haletiruhiyesine göre hatırlananların öncelikler sıralaması daima değişir. Ama Cici filminde kişininkişilerin hafızasının kimyasını bozan şey, kamera kayıtları. O anı yaşayanların belleğinde kalanlar ile makinenin kaydettikleri arasındaki o derin uçurumYaşananlar, bugüne gelirken zamanın tozunu ala ala başkalaşıp dönüşür. Zaman tozu, olayların travmatik boyutta değil, yaşandığı zamandan başka türlü bir şekilde bugünden geriye doğru idrak edilmesini sağlar.Gelelim otoriter baba olarak yargılanan Bekir (Yılmaz Erdoğan) karakterine. Yetim ve öksüz büyümüş olan Bekir, gurbete gitmiş, para biriktirmiş, Türkiye'ye döndükten sonra köyde dönüm dönüm toprak almış, köyün bir hayli dışında, evini karısı Havva ile taş taş üstüne koyarak kendisi yapmış, kameralara meraklı bir adam. Saliha, Kadir ve Yusuf adlarında üç çocuğu var. Karısı Havva, çocukların okumasını istiyor, Bekir ise köyünde kalıp kendi düzenini sürdürmeyi. Babasının kamerasına en meraklı olan, ortanca çocuk Kadir. Çocukluğunun yaralarından film çekmeye niyetli olup da bir türlü çekemeyen de o. Kadir okumak istiyor, henüz 4-5 yaşındaki Yusuf'un okulda gözü yok, o arabacı olmak istiyor. Anne Havva en çok da kızının okumasını istiyor. Kızının okuyup hemşire olmasını. Babanın, kızını okutmak gibi bir niyeti yok: "Bize kim bakacak o zaman!" diyor. Saliha, "Ben size bakarım" diyor. Nitekim babanın soğuk algınlığı ile yataklara düşüp de bir daha yataktan kalkamaması sonucunda Havva hayalini gerçekleştirecek, çocukları ile Ankara'ya gidecek, yıllar sonra Saliha demans hastası olan annesinin bakımını tek başına üstlenecektir.Filmin ana izleklerinden birisi bellek ise ikincisi çocuk eğitiminde ebeveynler arası ittifak. Bekir ile karısı Havva arasında bir ittifak yok. Bekir, yetim ve öksüz büyümüş biri olarak kapılarına getirilip emanet edilen Cemil'i, oğlu Kadir'in hortumla ıslatmasını aşırı önemseyerek, kısas yapıyor. Esasında yaptığı kısas değil. Çünkü oğlunu hem hortumla aşırı ıslatıyor hem de o ıslattığı sahneyi kamerası ile kayıt altına alıyor, yetmiyor ıslanmış oğlunu gece ayazda bekletiyor. Anne, oğluna verilen bu aşırı cezayı hazmedemediği için