Refik Ağabey...

Dostoyevski'nin "İnsancıklar" romanında, orta yaşlı bir kâtibin uzaktan akrabası olan Varvara'ya aşkı anlatılır. Yoksulluk içinde hayatlarını sürdüren iki insan, sürekli mektuplaşır, birbirine destek olmaya çalışır. Özellikle Makar, zar zor geçinen, giyecek elbisesi bile olmayan bir adamken sahip olduğu parayı genç kız için harcamaktan çekinmez. Duyduğu büyük aşk yüzünden kendini ona karşı sorumlu hisseder. Hatta onun ihtiyaçlarını karşılamayı bir vazife olarak görür. Varvara her şeyden bunalıp kendini düze çıkarmak adına başkasıyla evlendiğinde ise öncelikle çaresizlikten destek olur görünür. Ama büyük boşluktan kendini hiçbir zaman kurtaramaz: "Alt tarafı basit bir insancıktır o..." Öyle ya... "İnsancıklar", yalnızca yoksulluğun romanı değildir. Hayatın o katlanılması zor yükünden kurtulabilmek adına diğerkâmlığın da romanıdır. Aynı kuşağın şairi Ataol Behramoğlu'nun, Refik Durbaş'ın ardından, "60 kuşağının en iyi, en özgün şairiydi" nitelendirmesinin öncelikle aklıma "İnsancıklar" romanını düşürmesinin gerisinde bu diğerkâmlık vurgusu yatıyor. Sanat alanında özellikle herkesin birbirine son derece haşin, kırıcı ve hoyrat davrandığı çağımızda bir kuşağın birbirine tutunma nedenini iyi okumamız gerekiyor. Yazılanın yalnızca bir diğerini beslemek olarak görmeyip, boğucu siyasal atmosfer içinde omuz verme ve yoldaş olma anlamlarını da içeriyor bu sözler. Yıllar yıllar evvel, küçük bir çocukken neredeyse her hafta ailecek gittiğimiz Cahit Külebi'nin evinde, yine Külebi'nin Ahmet Muhip Dıranas için, "Bizim kuşağın en büyük şairi odur!" sözlerini hatırlıyorum. Burada hiç şüphesiz, bir hak teslimi yatıyor. Bunu yapabilmek bile sağduyulu bir bakışa sahip olmayı gerektiriyor. Öte yandan, Refik Abi, kuşağı arka arkaya yenilgilerle, acılarla ve ölümlerle solarken bir ülkenin savrulmasını "Kuş Tufanı" gibi büyük bir yapıtta anlattı. Onunla birlikte altmışlı yıllarda şiir yazanlar, gördükleri haksızlıklara ve adaletsizliklere rağmen direnen bir şiir miras bıraktı bize. Neredeyse hepsinin eli, "sanata düşmüş", ama ölümle sınanmışlardı. Ataol Behramoğlu'ndan Süreyya Berfe'ye, Eray Canberk'ten Egemen Berköz'e hepsi tertemiz dizelerini emanet ederken aynı zamanda bu ülkenin fotoğrafını çektiler. Refik Abi, Dostoyevskiyen bir bakışla bize şehrin varoşlarında, bugün kimsenin görmek istemediği insanların öykülerini yazarken evlere bir ateş gibi düşen yoksulluğu da anlattı. "Çırak Aranıyor"da, "Çay hazır, ekmek sıcak, gün başladı mı usta sokaklarda gürültü kıvılcımları az zeytin, az ekmek, kürt böreği çay hazır" dizelerinde şiire yerleşmiş son derece gerçekçi, bir o kadar okuru saran dizeleriyle gündelik söyleyişten uzaklaşmadan, hatırı sayılır buluşlarla kendine özgü şiir ormanını yarattı. Gezginliği şairliğindendi. Sokağı hep başka gördüğünden. "Mardin"le