Şehrimize dönelim Ebru

İstanbul'dan kaçan üç gün sonra sıkılır. Çünkü köyde "pırıltı" yoktur. "Hayat" yoktur. Köyde hiçbir şey cereyan etmez, pek pek cinayet. Kasaba daha da baskıcı, daha da bunaltıcıdır. Eskiden "enteller" ve solcu olduğunu ileri süren serseriler kaçarlardı. Tercih ettikleri sığınak elbette Bodrum'du. Bodrum'da "mübalağa" içki içiliyor ve cinsellik yaşanıyordu. Onların da hayattan başka bir beklentileri yoktu. Bu konuda artık Cihangir yeterli oluyor. İstanbul'dan kaçma öncülüğünü de "paralı emekliler" üstlendiler. Fakat sıkılıyorlar. İstanbul kalabalık, yorucu, pahalı, pis, karmaşık, "kaotik"... Ama asla "monoton" değil. Alıştıklarını özlüyorlar. "Köyüne dön Kezban" felsefesi burada da "şehrine dön Ebru" şekline dönüşüyor... "Mandıra Filozofu" diye bir film vardı... Burada köy hayatı, hatta köy kıyısında "inziva" hayatı yaşamak göklere çıkarılıyordu. Oysa o hayatın münzeviye sağladığı, kabuğuna tavuk pisliği yapışmış taze yumurta, biber ve domatesten ibaretti. Bunun için de şehirde iyi bir "market" bulmak yeterliydi. Köyü öven sinemacı filmini şehirde planlamak, finanse etmek, daha sonra şehirde pazarlamak, oynatmak zorundaydı. Mandıra filozofu kendisini anlatan filmi nerede ve nasıl seyredecekti Çanak anteni varsa televizyonda... Taze yumurta uygarlığına pek uymuyordu bu. Ama film, insanların "İstanbul'dan kaçma" özlemlerini gıdıklıyordu doğrusu. Emekli olup kaçmasalar bile. Onlar da ne yapsınlar 57 bin liraya cep telefonu almak için geceden kuyruğa giriyorlar. Var mı köyde "hava atmak" için 57 bin liraya