Değişik bir bayram hediyesi

Efendim, bilindiği üzere bayramlarımız dini bayramlar, milli bayramlar olmak üzere ikiye ayrılıyor. Keza, dini bayramlarımız da Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı isimleriyle yine ikiye taksim ediliyor. Bazı İslam âlimleri ise, bir Müslümanın gerçek anlamdaki bayramını üçe çıkarıyorlar; birincisi imanla ruhunu teslim ettiği zaman, ikincisi cennete girdiği vakit, üçüncüsü de cemalullahı müşahede ânında hakiki bayramı yaşamış olurlar diyerek gerçek bayramın ne olduğunu ifade ediyorlar. Cenab-ı Hakk, kalemle ve kelamla tarifi mümkün olmayan bu manevi bayramların zevkini hepimize tattırsın!Gerek Ramazan Bayramı'nın, gerekse Kurban Bayramı'nın dini, tarihi, ve edebi yönleriyle huzur, neşe ve sevinç günleri olduğu öteden beri biliniyor. Her ne kadar "Deliye her gün bayram" cümlesi dilden dile dolaşıyorsa da, bu akıllıca söylenmiş bir söz değildir. Bilmem ki belirtmeye gerek var mı, Allah'ın insana verdiği akıl gibi en büyük nimeti yine Allah'ın emirlerine ve yasaklarına göre kullanan, Resulünün sünnetine uygun hareket eden bir Müslüman, ömür boyu bayram havasını teneffüs ediyor demektir. Öyleyse "Akıllıya her gün bayram!" diyerek hüküm cümlesini kullanmış olalım.Dini bayramlarımızın dini özelliklerini, manevi dünyamızı sarıp sarmalayan müstesna güzelliklerini, toplum hayatımıza yön veren canlı tezahürlerini -sütunum müsait olmadığı için- burada sıralayacak değilim. Ben, bu mübarek mevsimde değişik bir bayram yazısıyla karşınıza çıkmak istiyorum. Sürç-i kalem edersem şimdiden özür dilerim.Efendim, bayram insanlar için olduğu kadar, eşya için de, zaman ve mekân için de, şehirler için de söz konusudur. Evet bayram içinde bayram vardır. Sözün çerçevesini biraz daraltıp şehir bayramlarına temas etmeye çalışalım. Peygamber Efendimiz, dünyayı bu şehirde şereflendirdiği için Mekke "Mekke-i Mükerreme" oldu ve şehirlerin efendisi kabul edildi. "Çöle İnen Nur", ilk bayram havasını burada estirerek İslam şehir medeniyetinin temellerini attı. Kadim ismi "Yesrib" olan "Medine-i Münevvere" Efendimizin teşrifiyle en şaşaalı bayramı teneffüs etti. Yine Efendimiz İlahi Huzur'a yükselme şerefini buradan başlattığı için hem Kudüs, hem gökler bayram sevinciyle gaşyoldu. İstanbul'u unuttuğumu sanmayın. Fetih hadisinin müjdelediği haber, Fatih Sultan Mehmed Han'ın şahsında gerçekleşince Konstantıniyye 29 Mayıs 1453 tarihi itibariyle Müslüman olmanın en büyük heyecanını yaşadı ve bayramların en güzelini kutladı. Bu konuda fikir beyan eden bazı tarihçilerimiz, İstanbul'un fethinin resmi bayram olarak kabul edilmesi teklifinde bulundular.Bu teklif sahiplerinden biri olan Ahmed Muhtar Paşa'dan ve "Feth-i Celili Konstantıniyye" isimli eserinden kısaca bahsetmeden önce birkaç cümle daha kaydetmek istiyorum. Niçin söylemeyelim, İstanbul'umuz 29 Mayıs 1453'de en büyük mutluluğu tadarak bunu bir bayram havasına dönüştürdüğü gibi, âhir ömründe de acıların en katmerlisini yaşadı. Bilindiği üzere bu tarihi Osmanlı baş şehri 1919 yılı itibariyle düşman işgali altına girdi ve Türk milletinin bağrına bir kılıç saplanmış oldu. Korkunç bir belirsizlik ortamı insanlarımızı ümitsizliğe düşürerek fena halde huzurunu kaçırdı. İngiliz ve Fransız askerlerinin şirretlikleri, yerli azınlıkların -fırsattan istifade- zil takıp oynamaları belirsizliği ve kaos ortamını daha da katmerleştirdi.İşte tam bu sırada, hem fırçası, hem kalemi kuvvetli ve hamiyetli bir zat ortaya çıktı, "Bayram Hediyesi" ismiyle yayımladığı kitapla İstanbul'un Müslüman Türk kimliğini isbatlamaya çalıştı. Devrin ünlü ressamlarından olan Hüsnü (Tengüz) Bey, Osmanlı selatin camilerini, onları yaptıran padişahların hayat hikâyelerini, söyledikleri şiirleri adı geçen kitabında bir araya getirmek ve her birini renkli tablolarla süslemek suretiyle, İstanbul bizimdir, İstanbul Müslüman şehridir, işgalcilerin kirli ayaklarıyla telvis etmeye hakları yoktur diye âdeta haykırdı. 1919 yılının Ramazanında yayımladığı bu